Türkiye’nin Rusya’dan S400 hava savunma sistemi satın almasıyla başlayan ve bugün Rusya- Ukrayna savaşı nedeniyle ABD ve AB tarafından Rusya’ya uygulanan yaptırımlara uymaması nedeniyle yeniden yüksek sesle telaffuz edilen eksen kayması tartışmaları aslında yeni değil.

Türkiye’nin tam da BM Güvenlik Konseyi’nde geçici üye olarak bulunduğu 2009-2010 döneminde tecrübe ettiği bir takım gelişmeler, bazı Batılı müttefikleri tarafından o dönem de eksen kaymasıyla suçlanmasına sebep olmuştu.

Bu olaylardan ilki hiç kuşkusuz 31 Mayıs 2010 tarihinde vuku bulan Mavi Marmara hadisesidir. Bu elim hadiseden sonra Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkiler kesilmiş ve bu süreç 2016 yılındaki normalleşme anlaşmasına kadar devam etmiştir.

Diğer bir önemli gelişme ise, Türkiye’nin hem de Mavi Marmara hadisesinin hemen akabinde 9 Haziran 2010 tarihindeki BM Güvenlik Konseyi’ndeki İran’a yönelik yaptırımlarla ilgili oylamada Brezilya ile birlikte ret oyu vermesidir. Bu oylamada Lübnan da çekimser kalmış ancak hiçbir daimi üye veto hakkını kullanmadığı için karar 12 oyla kabul edilmiştir. 

Peki, Türkiye neden bu karara karşı ret oyu kullanmıştı? Çünkü Türkiye bu konuda Brezilya ile birlikte inisiyatif almış ve İran ile nükleer takas anlaşması imzalanmıştı. Dönemin İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Brezilya Cumhurbaşkanı Lula Da Silva ve Türkiye Başbakanı olarak da Recep Tayyip Erdoğan Tahran’da anlaşmayı imzalamışlardı.  

Anlaşma kapsamında İran, %3,5 oranında zenginleştirilmiş 1200 kg uranyumu Türkiye’ye gönderecek ve bu saklama karşılığında 1 yıl içerisinde %20 oranında zenginleştirilmiş uranyum İran’a gönderilecekti. Bu oran silah gelişmek için gereken eşiğin altında ama enerji ve araştırma reaktörlerinin kullanımı için yeterli bir orandı.

Fakat bu anlaşma başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler tarafından, üstelik bir yıl önce benzer bir teklif İran’ın zenginleştirilmiş uranyumunun Fransa ve Rusya’da saklanması kaydıyla yapılmış olmasına rağmen görmezden gelinmiştir. Hemen akabinde ise BM Güvenlik Konseyi’nde o güne kadar ki en kapsamlı yaptırımları içeren bir karar oylamaya sunulmuştur.

Türkiye’nin bu kararına karşı gelen tepkiler ise sanki Türkiye büyük bir kabahat işlemiş de hesap sorulması, hizaya çekilmesi gereken bir ülkeymiş kıvamındaydı. Misal, dönemin İsrail dışişleri bakan yardımcısı Danny Ayalon’un sarf ettiği, “Tarih devletleri oylarına göre, dar ve sinik çıkarlarına mı yoksa barış ve istikrarın çıkarlarını mı seçtiklerine göre yargılayacaktır” sözü bu bakış açısının en somut göstergesidir.

Keza Beyaz Saray’a yakın bazı kaynaklar da Türkiye’nin oylamada ret oyu vermesini başkan Obama’nın yaptırımlar için küresel destek toplama çabasına karşı “yüze atılmış bir tokat” olarak değerlendirmiş olup, dönemin ABD dışişleri sözcüsü Philip Crowley de sarf ettiği, “BM güvenlik Konseyi’nden çıkan bildiri çok güçlü ve muhatabı olan bir bildirge. Açıkça görülüyor ki oylarının mantığını açıklamak Türkiye ve Brezilya’ya kalıyor” sözleriyle Türkiye’yi töhmet altında bırakmıştı.

Sonra ne mi oldu? Beş yıl sonra BMGK’nin beş üyesi ve Almanya (P5+1) ile İran arasında nükleer anlaşma imzalandı. Yoksa bugün de benzer bir süreci mi tecrübe ediyoruz?

Devamı gelecek cumartesiye inşallah…