Her şeyden önce Putin realist bir devlet adamı. Fakat bir o kadar da romantik. Çarlık Rusya’sı hülyalarıyla politika güttüğü aşikâr. Gerçi hangi etkili siyasi lider ütopyalardan mahrum ki? Veyahut hangi birisi romantik düşünceler içerisinde değil ki? Buna rağmen Putin’in Realpolitik’i ihmal ettiği de elbette söylenemez.   

Geçtiğimiz günlerde Türkiye ile ilişkilerinin en önemli özelliğinin güvenirlik olduğunu açıklamış ve Erdoğan’ın güçlü liderliğini övmüştü. Özellikle Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda hareket edebildiğinin altını çizmişti. Rus ve Türk çıkarlarının uyumlu olduğunu söylemiş, Erdoğan’ın tutarlı bir ortak olduğu yorumunu yapmıştı.       

Ukrayna Savaşı’nda Batılı ülkelerin tarafsız ülkeleri baskılamaya çalıştığını, Türkiye’nin ise bağımsız şekilde kendi menfaatleri doğrultusunda hareket ederek ayrıştığını düşünüyor Putin. Dünya üzerindeki batıcı tek tip anlayışlardan kurtulmanın gerektiğini, farklı görüşlere ve kimliklere saygı duyularak çok kutuplu bir dünyanın birlikte kurulmasını amaçladığını deklare ediyor.    

Putin, yıllardır Erdoğan’ın dile getirdiği “dünya 5’ten büyüktür” mottosunu destekler nitelikte BM Güvenlik Konseyi’nin yapısının küresel çeşitliliğe uygun şekilde değiştirilmesi gerektiğini söylüyor. Bugünün koşulları Putin’i bu düşünceye sevk etmiş görünüyor.       

Bu doğrultuda dolara bağımlılıktan kurtulmak için ülkelerin kendi para birimleri ile ticaret yapmalarının gerektiğinin altını çiziyor. Öyle ki Türkiye’nin dışında Hindistan, Çin ve birçok ülke hatta Suudi Arabistan bile buna yeşil ışık yakıyor.   

Rusya’nın Kırım ve Donbas ilhakını, Ukrayna müdahalesini hiçbir şekilde kabul etmeyen Türkiye barış müzakerelerinde arabulucu ve tahıl krizinin çözümünde ise ana aktör oluyor. Öyle ki gaz tedarikinde bile Rusya’nın övgülerine mazhar olarak çözümün etkin bir tarafı gözüküyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, birkaç gün önceki açıklamasında tahıl krizinin çözümüne ilişkin batılı ülkelerin duyarsızlığını eleştirmiş, “Avrupa’yı bahçe, dünyanın geri kalanını vahşi otlar olarak tanımlayan zihniyet” yorumunu yapmıştı. Bu duruş ve tavır Batı karşıtlığında Rusya ile Türkiye’yi birbirine yaklaştırıyor.          

Türkiye’nin Batı’ya rağmen S-400’ü Rusya’dan alabilmesi ve Hegemonik dayatmalara karşın BM ve diğer batılı kurumları her daim eleştirebilmesi ikili ilişkilerin olumlu yönde gelişmesine katkı yapıyor.     

Mevcut küresel konjonktürde yalnızlaştırılarak izole edilmeye çalışılan bir Rusya elbette bölgenin güçlü ülkelerinden Türkiye’ye muhtaç olacaktır. Rus sınırındaki “Batı aşığı” ülkeler ile karşılaştırıldığında Putin nezdinde Türkiye, hayranlık uyandırıyor. Öyle ki Türkiye’ye “Rusya’ya ambargo kartı” bile tam şekilde gösterilemiyor.     

Ukrayna’yı düşmandan ziyade “haylaz bir küçük kardeş” olarak gören Putin, Türkiye’nin Ukrayna ile diyaloğuna, hatta SİHA teslimatına bile ses çıkartmıyor. Ukrayna ve diğer bölge ülkelerinin Batı hayranlıklarını sert şekilde eleştirirken Türkiye ile ilişkilerinin iyi tutulmasına ayrıca ehemmiyet gösteriyor. İkinci Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’ın galibiyetinden büyük rahatsızlık duysa bile desteklerinden dolayı Türkiye’ye karşı bir inisiyatif almayı tercih etmiyor.    

Türkiye’nin de hangi ahvalden dolayı Rusya ilgisine bu derece mazhar olduğunu unutmadan aynı Batı cephesinde olduğu gibi bağımsız bir dış politika belirlemeye devam etmesi gerekiyor.    

Rusya’nın Kırım ve Donbas ile Azak Denizi hâkimiyeti ve Karadeniz’de yeni bir tehdit potansiyelini ortaya çıkarmış olması Türkiye tarafında yadsınamayacak bir vaka olarak ortada duruyor.   

Ukrayna Savaşı’nda Türkiye’nin girişimleri nükleer kriz dâhil birçok tehlikede dünyaya nefes alma imkânı sunuyor. Bununla birlikte gelecekteki muhtemel risk ve tehditler de Türkiye’nin kendi ülke çıkarları açısından göz ardı edilmemesi gerekiyor.