Bu sütunu izleyenler yakından bilir ki bendeniz, öteden beri Erdoğan’ın karşısına çok büyük bir ihtimalle Abdullah Gül’ün çıkarılacağını savundum/savunuyorum.

Hatta daha önce gazetemizde ‘Bir Komplo Teorisi’ başlığı ile neden böyle düşündüğümü de argümanlarıyla birlikte yazdım.

*

Açık söylemek gerekirse, son birkaç aydır Kılıçdaroğlu’nun adeta adaymış gibi bir tavra bürünmesi bu kanaatimi değiştirmedi.

Nitekim Amerika’dan ve İngiltere’den eli boş dönen Kılıçdaroğlu, salı günkü grup toplantısında bu sukût-ı hayalini; “Cumhurbaşkanı adayını 6’lı masa belirleyecek’ ifadeleriyle beyan etmiş oldu.

Bu cümle, Kılıçdaroğlu’nun hayal kurmaktan vazgeçtiğini açıkça göstermesinden başka bir anlama gelmez elbette. 

*

Kılıçdaroğlu’nun Amerika ve İngiltere seyahatlerinin asıl sebebine gelecek olursak…

Bay Kemal, başından beri aday edilmeyeceğini biliyordu aslında lakin son dönemlerde, ajansın de üfürmesiyle ciddi ciddi kazanabileceği zehabına kapıldı.

Daha önce İmamoğlu ve Yavaş alternatiflerini kendisinin bertaraf etmiş olmasının da sağladığı özgüvenle, aday edilebileceği yönünde kurduğu hayalin hevesi aşıp gerçeğe dönüşebileceği fikri ağır basmaya başladı. (Dikkat buyurunuz, aday olabileceğinden değil ancak, ‘aday edilebileceğinden’ söz ediyorum!)

İşte, Amerika ve İngiltere seyahatlerinin asıl sebebi, bu hevesi kuvveden fiile geçirme düşüncesidir.

*

Bay Kemal, kendisinin aday olması halinde, kazanma ihtimalinin Abdullah Gül’den daha fazla olduğunu muhataplarına anlatmaya çalıştı.

‘Onu değil beni aday edin’ diye tercüme edilebilecek bu talebine Amerika’nın yaklaşımı, “biz Türkiye’yi FETÖ’ye söz verdik, onları ikna edin’ şeklinde tezahür etti.

Bunun üzerine şu meşhur 8 saat hadisesi gerçekleşti.

8 saatlik hamburger kaçamağı ikna için yeterli gelmeyince de ikna turları için İngiltere yolu gözüktü…

İngiltere’ye gitmeden önce devletin, cari açığı kapatmak için uyuşturucu işine bulaştığı yönündeki tamamen FETÖ mamulatı hainane iftira, görüşme öncesinde; “siz nasıl isterseniz onu söyler, onu yaparım” mesajından başka bir şey değildi tabii ki…   

*

Kılıçdaroğlu’nun salı günkü grup toplantısında adayın nasıl belirleneceğine dair açıklaması, İngiltere’deki ikna çabasının da sonuç vermediğinin açık bir göstergesi…

*

Hepsi bir yana, Türkiye’ye yönelik ‘kimyasal silah’ suçlamasına sessiz kalarak destek olmasındaki rezalet, devletin ‘uyuşturucu sattığı’ yönündeki iftiranın ürettiği ihanet, ‘8 saatlik hamburger macerası’ gibi komedi filmlerindekine benzer ucuzluk, ‘gri listedeki’ İngiltere tefecilerinden ‘temiz para’ talebi gibi komik bile olmayan bir cahilliğin sebebiyet verdiği utanç, yaşadığı müddetçe peşini bırakmayacak…

*

Font Önemli

*

Ali Babacan, yandaşı olan bir medya organında, 6’lı masada ikili ilişkiler de dâhil yapılan 40’tan fazla görüşmenin hasılasını şöyle özetlemiş:

“Yazılacak metinler ve kullanılacak font, punto, satır aralığı, metinlerin dili belirlendi.”

Ancak bir mizah dergisinde görülebilecek ‘gırgır’ kıvamındaki bu cümleyi kuran seviye için ne desek boş.

Müthiş (!) bir siyasi çaba, olağanüstü (!) bir entelektüel birikim…

Daha ne olsun…

Font önemli tabii…

 *

Allah akıl fikir versin.

Bunlara rey atacak olanlar için de basiret diliyorum…