Etrafımız devamlı ama devamlı bir şeylerden şikâyet eden insanlarla dolu. Belki bizler de onlardan biriyiz. Ama bunca şikâyetin çözümü için hep birilerinden çare bekliyor halimiz var. Birileri bir şey yapsa düzelecek, onlar bir el atsa olacak. Atmıyorlar ve yapmıyorlar diye suçlu olan onlar. Her kimse onlar.

Peki ya biz? Biz ne yapacağız?

Bütün bunlar olurken illa da birilerinden bir şey beklemeye de gerek yok. Devlet onu yapmadı, bunu eksik bıraktı, şunu fazla yaptı demek de çok anlamlı değil. Zira anlıyoruz ki şu anda yapılacaklar da ve onun neticesinde olacaklar da bizim elimizde.

Şöyle bir hikâye hatırlıyorum;

Zamanın birinde iki kardeş varmış, ikisi de çok akıllılarmış. Etraflarındaki herkes bu çocukların zekâsına hayret eder ve her yerde onları anlatıp dururlarmış. Gün gelmiş öğrendikleri tüm bilgi bu çocuklara yetmez olmuş. Bir gün babaları onları dağda yaşayan alim bir dervişe götürmeye karar vermiş.

Çocuklar, dervişin yanında bir zaman çok mutlu olmuşlar ama sonra sıkılmaya başlamışlar,

“Dervişin bilemeyeceği bir soru bulmamız lazım” diye düşünmüşler

Çocuklardan biri bir gün “Buldum!“ diye sevinmiş. “İki elimin arasına bir kelebek koyacağım ve ‘Avucumun içinde bir kelebek var. Canlı mı, ölü mü?’ diye dervişe soracağım. ‘Ölü’ derse kelebeği bırakacağım. ‘Canlı’ derse avucumun içinde bastırıp da öldüreceğim. Her ne derse desin cevabı bilemeyecek.”

Sonra, gitmiş dervişin yanına kapalı tuttuğu ellerini dervişe doğru uzatmış.

Ve sormuş:

“Avucumun içinde bir kelebek var: canlı mı, ölü mü?”

Derviş cevap vermeden önce uzun süre kızın gözlerine bakmış, bakmış, tebessüm etmiş ufaktan ve cevaplamış:

“Senin elinde evladım. Senin elinde…”

Hasılı başkalarından çareler beklemenin çok da bir manası yok. Biz ne yapıyoruz ona bakmak lazım.

Yani bizim elimizde bazı şeyler. Olacaksa da olmayacaksa da bizim elimizde.