Millet ittifakı ortak aday çıkarmakta zorlandığı artık herkesin üzerinde ittifak ettiği bir gerçek.

İdeolojik olarak birbirinden tamamen farklı ve hatta zıt ideolojilere sahip olan altı partinin bir mesele üzerinde ittifak etmelerinin ne kadar zor olduğu adaylık meselesinde açıkça ortaya çıktı.

Ama bunun da ötesinde ekonomi, dış politika, güvenlik, terörle mücadele ve enerji gibi hayati konularda da bir vizyon ortaya konulabilmiş değil.

Özellikle dış politika söz konusu olduğunda Türkiye’nin ulusal çıkarları ve son on yılda inşa ettiği stratejik otonomisi konusunda muhalefetin ne yapacağı hala kocaman bir soru işaretinden ibaret.

Karabağ, doğu Akdeniz, Kuzey Suriye’de PKK ile mücadele ve Ege sorunlarında millet ittifakının ortak bir söylemi ve politikası yok.

Sorunları diyalog ve diplomasi yoluyla çözeceğiz tarzındaki beylik ifadelerin hiçbir anlam ifade etmediği ise ortada.

Diyalog ve diplomasi ancak karşınızda müzakereye hazır bir aktör ya da aktörler varsa gerçekçidir.

Aksi takdirde askeri tehdit ve ekonomik baskı gibi zorlayıcı diplomasi yöntemleri ile karşı tarafı masaya çekmek zorundasınız.

Geçmişte CHP- HDP çizgisinden gelen ne işimiz var Libya’da, Karabağ’a cihatçılar gönderiliyor, ya da Suriye’ye asker tezkeresine karşı çıkan mesajlara bakıldığında dış politikada Türkiye’nin bin bir güçlükle inşa ettiği stratejik otonomisinden vazgeçen batıyı memnun etmeyi önceleyen teslimiyetçi bir vizyon apaçık ortaya çıkıyor.

Bu teslimiyetçi tutumun son örnekleri CHP’nin Esad’a gönderdiği mektup ve HDP heyetinin Hafter’e yaptığı ziyarette ortaya çıktı.

Basına yansıyan bilgilere göre CHP Esad’a gönderdiği mektupta Erdoğan ile seçimler öncesinde görüşülmemesini talep etmiş ve CHP iktidara gelirse Suriye’den TSK’yı çekeceğini ve Suriye’ye tazminat ödeneceği sözünü vermiş.

Türkiye’nin 2016 yılından ABD, Rusya, Iran ve diğer aktörler arasında binbir zorlukla kendine açtığı alanı bir çırpıda Esad’a hem de tazminat ödeyerek teslim etmek hadi hıyanet demeyelim ama büyük bir gaflet örneği olarak tarihe geçecektir.

CHP’nin bu teslimiyet karşısında tek talebi mültecilerin geri gönderilmesi. Güvenlikleri sağlanmadan mültecilerin zorla geri gönderilmesinin de pek mümkün olmadığı ise ortada. Dolayısıyla CHP’nin politikasının özeti hiçbir şey almadan Suriye’yi Esad’a, İran’a, ABD’ye teslim etmek olduğu anlaşılıyor.

Suriye meselesini mülteci meselesine indirgemek Türkiye’nin PKK ile ilgili milli güvenlik kaygılarını görmezden gelmek demektir. Suriye’nin geleceğinde PKK’nın hiçbir şekilde söz sahibi olmaması, PKK’nın Suriye’den tamamen tasfiye edilmesi Türkiye açısından bir milli güvenlik meselesi. Bunu sağlamanın garantisi ise Suriye’deki askeri varlığımız. Bundan bir çırpıda vazgeçmek teslimiyetçiliğin zirvesidir. HDP heyetinin Libya’ya yaptığı ziyarette Libya deniz anlaşmasını tanımıyoruz açıklaması ise bu tutumun bir devamı olarak okumak gerekiyor.