Gittiği her yere acı ve yıkım götüren şu korona belası, dört duvar arasında bizlere neleri öğretmedi neleri hatırlatmadı ki? Sanırım en çok da her şeyin başının sağlık olduğunu ve bu sağlık nimetini veren Cenab-ı Allah’a ne kadar şükür etmemiz gerektiğini öğretti. Bir yalan rüzgârında sağa sola savrulurken; hiçliğin, karanlık boşluğunu, aldığımız her nefesin ne kadar mühim olduğunu, dayanışmayı ve küçük şeylerden mutlu olmayı da öğretti. Fütursuzca tükettiğimiz, tüketirken de farkına bile varmadığımız elimizdeki nimetlerin kıymetini öğretti. Ve de en önemlisi; Allah-u Teâlâ’nın herkese belli bir ömür takdir ettiğini ve insanın her an ölümle karşı karşıya gelebileceğini hatırlattı. Ertelememeyi, Ahiret hayatını, cenneti, cehennemi bizlere yeniden hatırlattı. Sabaha çıkacağımızın garantisi yokmuş değil mi dostlar? Sevdiklerimiz elimizden bir bir kayınca anladık ki; ıskalamamak ve ertelememek gerekmiş hayatı. Oysa şu yalan dünyanın tüm güzelliklerine dalmış ve selden kütük kaparcasına o kadar çok şeyi ertelemiştik ki! Kulluk vazifelerimizi, iyi insan olmayı, hayır ve hasenatta bulunmayı adeta unutmuştuk. Dünya hırsı bürümüştü tüm benliğimizi. Kalbimizin sesini dinlemeyi, yaşamayı, hayallerimizi, mutlu olmayı unutmuştuk. Hayırlı ve güzel olan ne varsa hepsini ihmal etmiştik, en çok da sevdiklerimizi… Sevdiklerimize onları sevdiğimizi ve birlikte mutlu olduğumuzu söylemeyi, kalplerine dokunmayı, sarılmayı, öpüp koklamayı hepsini ertelemiştik. Oysa hepimiz de biliyorduk ki sevdiklerimizi sürekli olarak ertelersek, öyle bir gün gelir ki bir anda güneşli ihtimaller tükenir ve hayat bir gün bizi de erteler. İşte o vakit beyhude bir çaba ile olanlardan ders çıkarmak da işe yaramayabilir. Ve birden, iş işten geçmiş, sahneden çekilmiş ve tek yöne bilet almış olabiliriz. Velhasıl demem o ki dostlar; veda edip helallik almamız gerekiyor, her daim hayattan ve tüm sevdiklerimizden. Çünkü çok sevdiğimiz bu hayat ertelediğimiz her şey için bize bir kere daha fırsat vermeyebilir. Ne buyurmuştu Allah’ın aslanı Hz. Ali (ra): “Yapacağın hayırlı işleri yarına bırakma, bakarsın yarın olur da sen olmazsın…”

Şimdi deyin hele dostlar! Veda etmek mi acı, yoksa erteleyip kaybetmek mi? Sizi bilmem ama ben, her an her şeye vedalaşmak zorunda olduğumuzu bile bile, hayatım boyunca bu vedaları bir türlü sevemedim. İster mecburiyet, isterse seçim olsun, her seferin de gözyaşlarım mürekkep olur, içim burkulur ve dahi gönlüm olana razı olmaz. Dokunaklı cümleler ile vedalaşmanın hüznü, bir anda karabasan gibi çöker üzerime. Bu yüzden benim için vedaların hepsi zordur. Çünkü bana göre veda etmek; asla romantik bir tepki değil, kelli felli adamların yapabileceği cesaret işidir. Size göre abartıyor olabilirim! Lakin inanın bana, benim için veda etmek; cendereden geçmek, acı fırtınalarında, çölde pusulasız kalmak gibidir. Neyse bana bakmayın siz! Kimilerine göre de veda etmek, nefes almak gibidir. Çünkü onlar için her hoşça kal, yeni bir merhabadır. Oysa bana göre hayattaki en acı olay; merhaba! Diyen ellerin, bir süre sonra elveda diyerek ayrılmasıdır… Hatırlatırım! Unutmayasınız! Veda etmek için bile önce bir araya gelmek gerekir, yoksa size hiç gelmemiş birine veda etmiş de olabilirsiniz. Velhasıl dostlar demem o ki vedalara dayanılmıyor, lakin en nihayetinde tek seçeneğin gitmek olduğunu hissedince de durulmuyor. İşte o zaman gidersiniz. Söylenecek her şeyin eksik olduğunu bile bile, içinizdeki sese ve damıtılmış sözlere kulak verip, akamayan gözyaşlarınızla gidersiniz. Hem de hiç ardınıza bakmadan! Bazen hiç tanımadığımız bir insandan, bazen bilmediğimiz bir şehirden, bazen de yaşamadığımız bir sevgiden… Haydi, hoşça kal “Görüşmek üzere” deyip bütün bir geçmişi, acı tatlı bütün anıları ve yaşanmışlıkları bırakıp gidersiniz. Hem de gidip de dönmemek, dönüp de bulmamak ihtimalini bile bile. “Nereye demişler dervişe. Bilmem ki demiş, gidiyorum öyle çiçekleri ezmeden. Evvelden, ezele…” Hz. Mevlana

Biliyorsunuz! Bazı vedalar ise gönüllerimizde hiç edilmedi! Biz ondan, o da bizden hiç vazgeçmedi!  İman etmişiz bir kere! Biliyoruz ki ağuşunu açmış ümmeti ile vuslatı bekliyor o mübarek peygamber! Âlemlere rahmet olarak gönderilen ve her fırsatta “Ümmetî! Ümmetî!” diye haykıran, ‘’Ben duamı, ümmetime şefaat etmek için ahirete sakladım’’ diyen, “Ümmetimden herhangi bir kimse ebediyen cehennemde kalırsa ben razı olmuş olmam” buyuran iki gözümüzün nuru, İki Cihan Serverimiz, Fahri Kâinat Efendimiz, Hz. Muhammed’e (sav) nasıl veda ederiz? Edemeyiz, sadece bu dünya için söylemiş olduğu veda cümlelerini hatırlar hüzünleniriz…

“Ey insanlar! Sözlerimi dikkatle dinleyiniz! Bilemiyorum, belki bu yıldan sonra sizinle burada bir daha ebedî olarak bir arada olamayacağım!”

Selametle…