Allah’a hamd, Elçisi Hazreti Muhammed’e salât ve selâm olsun.

Evrendeki bütün varlıkların ahenkli bütünleşmesini medeniyet olarak tarif edebiliriz. Bu varlıkların yaratılmasının ise belirli bir amacı vardır. Yani bu kainat boş yere bir oyun yahut eğlenceden ibaret olması için de yaratılmamıştır (Âl-i İmrân, 3/191; Mü’minûn, 23/15-16). Velhasıl evrenin asli ve değişmez bir düzeni vardır.

Bu düzenin üzerine inşa edilen İslam Medeniyeti de Peygamber Efendimiz’den günümüze kadar gelen süreçte Müslüman toplulukların yaşamları ile sosyal, dini, idari, fikri ve iktisadi yönlerinin bütünü olagelmiştir. Elbette İslam Medeniyetinin kapsadığı konuları dini, idari, ilmi ve iktisadi olarak belirli kesin çizgilerin üzerinden ayrı ayrı konumlandırmak mümkün olmayabilir. Ancak özellikle olayın iktisadi kısmına dikkatinizi çekmek istiyorum.

İktisadi teorinin özünü insanların sınırsız ihtiyaçlarının, kıt olan üretim faktörleri ile dengeli bir şekilde karşılanabilmesi oluşturmaktadır. Ancak iktisat ilimi her ne kadar bu özün etrafında şekillenen genel kabul görmüş belirli prensiplere sahip olsa bile bu genel çerçeve aslında göreceli yaklaşımlardan ibarettir. Daha farklı bir deyişle iktisadi teoride yer alan prensiplerin her birisinin işleyişi şartların ve koşulların seyrine göre değişim göstermektedir.

Çünkü fen bilimlerinin aksine iktisat bir sosyal bilimdir ve fiziki ilimlerde varlık gösteren kesinlik anlayışından yoksundur. Nitekim iktisadi rölativizm olarak adlandırdığımız bu süreç iktisatın ayrı bir bilim olarak varlık göstermesinden beri değişmemiştir.

İktisadi kanunların rölativizm yani görecelik üzerine oturması ve böylece kesinlik anlayışının yerini kişiden kişiye ve zamandan zamana değişen yorumların alması, iktisat ilminin temel iki kutbunu oluşturan kapitalist ve karşısındaki Marksist iktisadi teorinin batı toplumlarında hakim olan sosyal düşünce yapısının etkisi altında kalarak evrensel geçerliliği olan bir bilim dalı olmaktan çok uzağa düşmesi ile sonuçlanmıştır.

Bu noktada günümüzdeki İslam topluluklarının ihtiyaç-üretim dengesi üzerinden ele alınması gereken ve bu toplumların siyasi, kültürel ve iktisadi olarak bağımsızlıklarını elde etmesi adına önemli rol ve sorumluluklar üstlenen, İslam dininin inanç esasları ve ilim çerçevesinin ekseriyetinde yol alan, kul hakkına büyük önem atfederek israfın bertaraf edilmesini, toplumsal refahın ve adil gelir dağılımının sağlanmasını amaçlayan bilim dalı olarak İslam İktisadının varlığını işaret edebilmemiz ise mümkündür.

Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz (Âl-i İmrân, 3/139).