Gün geçmiyor ki, gazeteci-siyasetçi görünümlü birisi medyada insanların moralini bozacak, toplumun sinir uçlarıyla oynayacak bir yalan üretip, zihinleri kirletmesin. Sosyal medya aracılığıyla hızla yayılan bu yalanlar, yine sosyal medyanın kitlelere ulaşabilme gücü sayesinde yalanlansa da, doğrular yalanlar kadar alıcı bulmuyor.

Son günlerde yaşadığımız iki büyük felaketin ardından dolaşıma sokulan yalan haberlerin tek bir amacı bulunuyordu: Toplumdaki güven duygusunu zedeleyip, çaresiz yığınlar haline getirdikten sonra, kitleleri istenilen yola sevk etmek.

BASİT YALAN DEĞİL, DÜŞMANIN ÖRGÜTLÜ SALDIRISI

Elazığ depreminde devlet, daha önce hiç şahit olmadığımız ölçüde süratli bir şekilde olaya müdahale edip, seferber oldu. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere çok sayıda bakan, kurtarma ve yardım faaliyetlerini bizzat yerinde organize etti, denetledi, halka moral verdi. Fakat, Serdar Akinan isimli, Batı’nın etki ajanlığını yaptığını itiraf etmekten çekinmeyen bir gazetecinin “Cumhurbaşkanının medyaya görüntü verebilmesi için, kurtarıldığı halde bir yaralının enkazda bir saat bekletildiği” şeklindeki yalanı tüm bu seferberlik halini gölgede bırakmayı amaçlıyordu ve kısmen bu “örgütlü yalan operasyonu” başarılı oldu.

Van’da çığ düşmesine müdahale eden ekiple beraber olay yerine giden Cumhurbaşkanı Danışmanı ve AK Partili eski vekil Gülşen Orhan‘ın kendisi de çığ altında kalıp yaralanmasına rağmen, Habertürk TV’nin Ankara Temsilcisi Bülent Aydemir, Gülşen Hanımın “yemekli toplantıdan çıkıp, uyarılara aldırış etmeden iş makinalarıyla bölgeye gittiğini ve çıkartılan gürültüden ikinci çığın düşmesiyle 36 kişinin ölümüne sebebiyet” verdiğini söyledi. Kısa bir süre sonra, bunun bütünüyle yalan olduğu ortaya çıktı ve Aydemir herkesten özür diledi. Fakat operasyon tuttu, sosyal medya gerçeği değil, yalanı yaymayı sürdürdü.

Bu birbirinden bağımsız ve bireysel zaafların ürünü gibi düşündüğümüz yalanlar zinciri aslında örgütlü bir operasyonun sadece bir ayağını oluşturuyor.

PSİKOLOJİK HARBE KARŞI DURMALIYIZ

2500 yıllık harp uzmanı Çinli General Sun-Tzu, Türklere karşı yürütülen savaşın taktiklerini anlattığı kitabında, bu psikolojik harekâtın safhalarını şöyle açıklıyor:

“Düşman ülkelerde iyi olan şeyleri gözden düşürün. Bu ülkelerin liderlerinin başarılarını küçük gösterin ve yalan haber yayarak karalayın. Adi ve aşağılık kişilerin işbirliğinden yararlanın. Düşman toplum arasında uyuşmazlık üretin ve kavgaları yaygınlaştırın. Gelenek ve örflerini gülünç hale getirin”

Toplumda, korkuyu ve güvensizliği yaygınlaştırıp, ajitasyon yöntemlerini kullanarak zihinlerde, duygularda ve davranışlarda etki yapmaya çalışan psikolojik harbin tüm yöntemleri şu anda üzerimizde uygulanıyor.

Öyle sanıldığı gibi basit bir bilgisizliğin sonucu olan “küçük” yalanlarla değil, tamamen kurgulanmış, adeta bir silah gibi kullanılan “örgütlü” yalanlarla karşı karşıyayız. Buna karşı hem adli yönden mücadele etmeliyiz. Mahkemelerimiz bu kişileri ağır şekilde cezalandırmalıdır. Hem de doğrudan düşmanlarımızın etki ajanlığını yürüten bu kişileri toplum içine çıkamayacak şekilde yalnızlaştırmalı, her fırsatta yüzlerine ahlaksızlıklarını vurmalıyız.

Yani bu saldırılara karşı örgütlü hareket etmeli, fitneyi çıktığı anda boğmalıyız. Yoksa, Gezi terörüne benzer bir kalkışmanın alt yapısını oluşturmaya çalışan bu kirli düşmanla mücadele edemeyiz.