Dünyamızı kasıp kavuran bir pandemi sürecini yaşıyoruz. Yapılan onca çağrıya, verilen milyonlarca kayba rağmen, insanlık halen uyanmış-uyanabilmiş değil. Afrika’nın on yıllar boyunca yaşadığı açlık ve sefaleti duyarız. Yine de kılımızı kımıldatmadan, hayatımızı sürdürürüz. Özellikle İslam coğrafyasında gerçekleşen savaşları, katliam ve yıkımları görmezden gelir, kulaklarımızı hatta beynimizi kapatır; kendi yaşantımızı daha huzurlu ve refah içinde nasıl geçirebileceğimizin hesaplarını yaparız. “Gemisini kurtaran kaptandır” der, kendimizi avuturuz. Gerçeklerle yüzleşmekten ise, her zaman kaçınırız…

Dünyanın yaratılışı altı gün olduğu gibi; insanlık tarihi de buna mütenasip olarak altı devirdir. Beşeriyet devirleri denilen beş devreyi geçirip, altıncı devir olan “malikiyet ve  serbestiyet” ya da tabir-i diğer ile “hakiki hürriyete”e doğru; farkında olmasak da yol alıyoruz.

YENİ SÖMÜRÜ DÜZENİ: ECİRLİK

Yukarıda da zikrettiğimiz “Beş devri” açacak olursak; topluluklar halinde yaşamadan önce münferiden hareket eden insanoğlu “Vahşet” devrini yaşıyordu. Akabinde çıtayı biraz yükselten insanlık, köylü hayatına benzer bir yaşam tarzı olan “Bedeviyet” devresine geçiş yaptı. Nüfusun artışıyla birlikte aşiret, kabile ve hatta devletler kuruldu. Geçim kaynağı olarak ağırlık tarımdaydı. Yerleşmek ve ziraat yapabilmek için elverişli topraklara ihtiyaç duyulur oldu. Bulunan toprakları işleyip mahsul almak için işgücü gerekiyordu. O yüzden de zamanın modern silahlarına sahip olan insanlar, zayıfları “Memlük” yani; köle yapmaya başladılar. Köle yapılan insanların toprakları işgal ile birlikte, ilhak edilmeye başlandı. Fiziksel olarak daha iri yapılı ve kaslı oldukları için siyahiler, kölelikte tercih sebebiydi. Daha sonra ise insanlık sanayi devrimine geçmiş, kas gücünün yerine kalifiye elemana ihtiyaç duyulmaya başladı. Kölelik sistemi ise kalifiye elemana engel oluyordu. Elbette sebep sadece bu değildi. İnsanlardaki “Hürriyet fikri” uyanmaya başlamıştı. Hürriyet adı altında bu kez de “Esaret” ve “Sömürgecilik” sistemine geçiş yapıldı. Bu devirde toprak ilhakına eskisi gibi ihtiyaç da kalmamıştı. İşgal-ilhak edilen topraklara yol, su ve elektrik gibi altyapı çalışmaları yapılması gerekiyorken, sömürgecilikte buna gerek yoktu. Sömürülecek topraklarda, kanun ve sistemleri kullanmak yeterliydi. Sömürgecilerin yaptığı kanunlarla yeraltı ve yerüstü kaynakları daha rahat elde edilebiliyordu. Bu şekilde insanları sömürüp, esir ettiler. Daha sonra esir ve sömürge ettikleri bu devletlere, sözde bağımsızlıklarını vererek; güya “büyük iyilik” yaptılar. Hâlbuki bağımsızlık olarak lanse ettikleri şey, kanunlarıyla kurdukları faiz sisteminin kılıfıydı. Sözde bağımsız devletin elindekileri gasp ederek, günümüzdeki “Ecirlik” sistemine geçiş yaptılar. Dikkat ettiğiniz zaman, günümüzde dahi bütün dünya insanları çalışarak, birkaç kişinin servetine servet katmakla meşgul.

5 BİN YILLIK BİRİKİM BİLE, GÜNÜMÜZ ZENGİNLERİNİN YÜZDE 20’SİNE ULAŞMIYOR

Sözün burasında geçtiğimiz Ocak ayında yayınlanan bir rapordan bahsetmek isterim. İngiltere merkezli uluslararası yardım kuruluşu OXFAM’ın yayınladığı raporda, dünyanın en zengin 2.153 kişisinin elinde bulunan servetin, 4 milyar 6 yüz bin kişinin toplam servetinden fazla olduğunu açıkladı. Raporda, bir de benzetme yapılarak, “Eğer herkes 100 dolarlık banknotlardan oluşan servetlerinin üzerinde otursaydı, dünyanın büyük kısmı yerde oturuyor olurdu. Gelişmiş bir ülkede yaşayan orta halli bir kişi bir sandalye yüksekliğinde otururken, en zengin iki kişi uzayda olurdu” denildi. Raporda geçen bir başka benzetmede ise “Bundan 5 bin yıl önce inşa edilmiş piramitlerin yapıldığı dönemde, günde 10.000 dolar biriktiren bir kişinin toplam serveti dahi en zengin beş kişinin servetinden yüzde 80 düşük olacaktı” ifadeleri kullanıldı.

EKONOMİK BAĞIMSIZLIĞI OLMAYANIN HÜRRİYETİNDEN BAHSEDEMEZSİNİZ

Tekrar “Ecirlik” konusuna gelecek olursak; şu anda bütün devletler 2. dünya savaşının “Galip devletleri” tarafından kurulan sistemlerle idare ediliyor. Mağlup devletlerin başında, sultanlar, padişahlar, kral veya kraliçeler yok. Kanun koyucu “Galip devletler” olunca, hükmettikleri topraklarda fiilen bulunmadan kontrolü sağlamış oluyorlar. Onların koyduğu kanunlardan beşer hürriyeti bekleyenler, tam tersi bir şekilde esaretin bir çeşidi olan “Ecirlik”e mahkûm oluyorlar. “Galip devletler” tarafından yönetilen devletlerin tamamı, faiz bataklığında debelenmeye devam ediyor. Gerçek şu ki; ekonomik bağımsızlığı olmayan devletler hür değildir.

Selam ve dua ile…

Fiemanillah…