İstanbul sözleşmesi biçilmiş kaftandı.

Tam da planlarına, projelerine uygun muhtevasıyla iştihalarını kabartıyordu.

Son 10-15 yıllık zaman zarfında dünyada piyasaya sürülmüş ya da kendiliğinden sökün etmiş sokak hareketlerinin temel dinamiği olan kadınları ve ‘çatışma’ kavramının yürüyen unsuru LGBT lobisini aynı hikayede buluşturabilecekleri bir fırsattı bu.

Numan Kurtulmuş’un Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilebileceğine dair fikirlerini serdetmesinin ardından kaos tayfası kafalarını saklandıkları delikten çıkarmaya başladı.

Feministlerin yürüyüşlerine Polis’e saldırılarına şahitlik ettik. Peşinden TÜSİAD 28 Şubat’tan aşina olduğumuz bir üslub ile gazetelere ilan vererek sözleşmenin yanında olduklarını duyurdu. Bu bir nevi muhtıra olarak da yorumlandı. TÜSİAD’ı gezide ön planda gördüğümüz kuruluşlar takip etti.

İstanbul Sözleşmesi’nden çekileceğini açıklayan ülkelerde sokağa çıkan kadınlara ilişkin ajanslardan akan görüntüler kaosçuların umutlarını yükseltti.

Gezideki gibi hükümet kanadı tek blok da değildi üstelik. Hazır particikler de türemişti. Onlar yanlarındaydı. FETÖ bu kez destekçi değil, tüm varlığıyla emirlerindeydi.

Tam zamanıydı. Önce kaos, ekonomik çöküş ve belki söylentisini çıkardıkları darbe hayalleri…

Ancak beklemedikleri bir şey oldu.

Erdoğan, siyasi bir deha olarak dünyanın pandemiyle boğuştuğu bir dönemde, Rusya’nın bitirdiği müsamahamızın da etkisiyle müthiş bir hamle yaparak Ayasofya Camii’ni yeniden ibadete açtı.

Bu hamle içerde dışarıda ne kadar hain plan varsa boşa düşürdü.

FETÖ’nün 15 Temmuz sonrası ‘Başbakan ve bakan yapılacak aparatlar’ listesiyle kaldığı gibi ellerinde planlarıyla kalakaldılar.

KADEM’den İstanbul sözleşmesine destek açıklamalarının gelmesi de gardlarını iyice düşürdü.

Tam da tahmin ettiğimiz gibi ardından da ekonomik operasyon için düğmeye bastılar.

Borsanın 10 puana yakın düşmesi, altın ve dövizin fırlaması pandeminin en sıkıntılı dönemlerinde görmediğimiz tablo olarak ekonomi uzmanlarınca da normal karşılanmıyor.

Uluslararası piyasalarla açıklanabilirliğin ötesinde bir hareketlilikten bahsediyoruz.

Kanaatim, tezgahladıkları operasyon suya düşünce ekonomik hamleyi öne çektiler. Tüm bu planları Libya’dan, Akdeniz’den dolayısıyla körfezden ayrı düşünmek mümkün değil. Körfezdeki düşmanın Libya’da hüsrana uğramasının ardından Türkiye’yi kısıtlamak için Mısır üzerinden Yunanistan’la çevirdiği oyunlardan bağımsız yorumlamak da abes olur.

Dolayısıyla Akdeniz’deki sondaj gemilerimizin petrol rezervine ulaştığına ilişkin veriler kaos beklentilerinin fonlandığı ve yönetildiği merkezin anlaşılması için işaret olarak yetiyor.

Ekonomiye saldırı sürerken Berat Albayrak’a dolayısıyla Erdoğan’a yönelik itibarsızlaştırma kampanyasıyla aynı anda Suudi Arabistan’ın Trump’a Katar’ı işgal önerisi götürdüğüne ilişkin taze iddialar büyük fotoğrafın tamamlanması için de epeyce yardımcı oluyor.

Bizim aç tavukların darı ambarı düşlerini Belarus’ta yaşanan sokak olayları üzerine sosyal medyada nasıl sergilediklerine de eş zamanlı olarak tanıklık ediyoruz.

Erdoğan ise yine her zamanki gibi, üzerine düşeni yapıyor. Dik duruyor, çok çalışıyor, siyaset üretiyor ve defalarca verdiği dersi yine vererek sadece ‘işine bakıyor.’

Ekonomiyle ilgili olarak zaviyemden söylenilebilecek şey şimdilik şu: Pandemi, tüketim merkezli ekonominin yerini üretim merkezli politikanın alması gerektiğini bir kez daha öğretti.

Türkiye Rahip Brunson sürecindeki saldırı akabinde ivme kazandırdığı milli ve yerli üretim ile ihracatın desteklenmesine yönelik büyüme politikasına da hızla devam ediyor. Tek sıkıntımız zamana ihtiyaç duyuyor olmamız. Bu süreci başarıyla kotarabilirsek ekonomik saldırılar zarar yerine fayda sağlar hale dönüşecek.

Öte yandan bir hakikati de unutmamak gerekiyor. Hem pandemi hem ekonomik saldırılar sonrası zarar gören yüzbinlerce insan ve işletme var. Devlet üzerine düşeni yapsa da kimi insanımız işsiz kaldı, işverenlerce maaşının yarısından feragat etmek zorunda bırakıldı.

Fakat tüm bunlara rağmen bu yazıyı yazdığım Anadolu’da bir köyden örnekle kaos umutlarının niçin boşa çıkacağını da söyleyeyim.

Çok değil, 15-20 yıl öncesine kadar tek traktör olan köyde bugün her hanenin kapısında traktör var. 60 haneli köyde bir zamanlar üç-beş kurban kesilirken bugün herkes kurban kesiyor. Bayramda her hanenin kapısında iki-üç araba vardı. Dahası bir zamanlar ineklerini satıp ameliyat olabilen vatandaşın kapısına sadece koronalı biriyle temas ettiği için bile doktor, ambulans geliyor.

Özetle Anadolu olan bitenin farkında ve haline binlerce kez şükrediyor.

Şehirliye de lüksten, israftan, gereksiz harcamadan kısarak biraz sabır düşüyor.