Bizim mahallede bir köfteci var. Adı da yok ama işi sağlam. Adı yok derken köftecinin adı var ama bildiğiniz markalardan değil. Oturdum önüne, yarım kesmiyor tam fazla; çek oradan üççeyrek. Geldi köftemiz, yedik doyduk şükür. Elimi cebime atıp sordum: Borcumuz ne kadar? Ayran dahil 16 liraymış borcum. Allah var tıka basa doydum. “Üç kuruşa beş köfte” buradaymış. Gurme değilim ama ağzımın tadını da bilirim; on numara beş yıldızlı olmuş. Aklıma lüks mekânlar geldi. Çoğuna uğramışlığım yok ama gidenlerden fiyatları duyuyoruz. Ne kadar öderdim acep bu köfteye oralarda? Ha yüksek kira veriyor, eleman çalıştırıyor eyvallah. Bunları göz ününde bulundurarak fiyat listesi hazırlayana lafım sözüm yok. Peki öyle mi sizce?

*****

Kimsenin ne ekmeğinde ne kazancında gözüm var; helal yoldan kazanana Allah daha çok versin. Ayrıca, “ultra lüks” mekân sahipleriyle de bahçe bostan davam yok. Hiç birinin de bireysel olarak zararını görmüş değilim çünkü işim olmadı. Benim anlayamadığım kısım onlar değil zaten. “Zorla mı satıyorum kardeşim; bilerek isteyerek geliyor müşteri” derlerse, “haklısın kapitalist abi” demekten başka çokta cevabım yok.  İşin maddi kısmında da değilim; sosyolojiyi çözmeye çalışıyorum. Evet bir insan 50 liralık elbiseye 500, 20 liralık yemeğe 200 neden verir? Rakamlara kafayı takmayın, mantığı sorgulayın. “Ucuz etin yahnisi yenmez” diyen ile “ucuz mal alacak kadar zengin değilim” diyen arkadaşları kenara alalım onlar kendini avutadursun. Benim bu duruma bir cevabım var elbette. Eminim sizinde vardır. İnsanların derdi ne kaliteli elbise ne de güzel bir yemek, mesele başka. Mesele; şampiyonlar ligi. İnsanların şatafatlı ve israf dolu harcamalarının temelinde yatan düşünce kafalarında oluşturdukları statü meselesi. Bu ligde kalabilmek “cemiyet”te tutunabilmek adına saçıyorlar paralarını. 1’in 100 geldiği hesapları “kendi ayarlarındaki” kişilerle aynı ortamda bulunabilmek adına ödüyorlar. Lezzetmiş tatmış hepsi hikâye.

*****

Statüler buluşturuyor insanları aslında mekânlarda. Esnaf lokantasında başka hayat var, başka hikâyeler. O lüks restoranlarda bambaşka. Şaşalı sunumlar, tonla israflar. “Beyaz Türkler” değil sadece, maddi durumu iyi muhafazakâr ailelerin çocukları da müdavimi olmuş buraların. İyi et yemek herkesin hakkı diyeceğim hiçbir şey yok. Fakat mesele et yemek falan değil; o ortamlarda bulunmak. Oralardan görüntü atıp canımlı cicimli paylaşmak. Dar gelirli vatandaşlarında yolu düşüyor bazen buralara. Amaç kendilerine ait olmayan bir yaşantıyı belki de bir haftada kazandığına bir saat için satın almak… İsraf işin içine girince dini boyutu var birde bu olayın. Benim param istediğim gibi yerim anlayışının İslam’da yeri yurdu yok. Hakkı var başta akrabalarımız olmak üzere ihtiyacı olan tüm insanların. Size “öbür tarafla” ilgili herkesin bildiği bir sır vereyim; statü amellere göre olacak. Herkes de “imkân”larından sorguya çekilecek… Bizim köfteciden olay nereye geldi. Okusa ne köfte yapmışım der her halde… Kalın sağlıcakla…