Dün Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi’nin vefatının 174. yılıydı. Klasik Türk Müziği’nin duayen isimlerinden Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi 500’den fazla eser veriyor ve bu eserler kendine özgün, son derece zarif ve şık.

Saraya intisap etmeden hayatını aile hamamını işleterek kazandığı için “Hamamizade” derler.

Mevlevi Tekkesine girip, çile süresini doldurduktan sonra “Dede” unvanını da alır. Aslına bakılırsa İsmâil Dede Efendi’nin hayatını incelediğinizde bir Anadolu mozaiği görmeniz mümkün. Hem dini hem de din dışı birçok eser verir.

Osmanlı Sarayı’na giren bazı sanatçılarda gördüğümüz saraydan çıkmak istediklerinde Hac görevi için padişahtan izin istemek gibi bir tarz vardır. Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi de öyle yapar. Hacca giderken yolda koleraya yakalanır ve Hac görevini yerine getirdikten sonra Mekke’de Hz. Hatice’nin ayak ucuna defnedilir. Ölümü de yaşamı gibi benzersiz olur.

Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi’nin Türk Müziği’ne kattıklarına baktığımda Türk Müziği’nin klasik omurgasını oluşturduğunu ve Anadolu Müslümanlığı denilen ruha da yaşamıyla önemli bir nefes olduğunu görmekteyiz. Dede Efendi’nin Batı müziğini çok titiz ve önemli ölçüde incelediğini eserlerindeki ara formlara da yedirdiğini görüyoruz. Türk müziğinin kendine has üslubunu gün yüzüne çıkardı. Fakat şimdi yeni bir yorumlayış ve üretim ihtiyacımız belirmedi mi? Hem klasiğe açık hem de yeni bir arayış arayan müziğe daha çok ihtiyacımız yok mu? Tam bu meseleyi düşünürken dünyaca ünlü usta müzisyenimiz Fazıl Say’ın İsmâil Dede Efendi’nin Yine Bir Gülnihal eserini jazz tarzında yorumlayışını dinledim. Fazıl Say küçük bir esprili dokunuşla eserin adını da Yeni Bir Gülnihal koymuş. Çok özel bir yorumlayış, şahane. Yeni bir yol arayışı derken seçeneklerden biri de uluslararası anlamda bir ara yol aslında.

Kore’de Üsküdar’a Gitmiştik!

Yıl 2014.

İBB’de çalıştığım yıllarda 2013 yılında Güney Kore’nin yapmış olduğu İstanbul Gyeongju Dünya Kültür Expo 2013 etkinliğinin devamı niteliğinde Güney Kore’ye gitmiştik. İstanbul Kore’de etkinlikleri kapsamında İpek Yolu’nun kültürel bir yol olarak nasıl bağlar kuracağına kafa yorulmuş birçok kültür sanat etkinliği yapmıştık. Hiç unutamadığım bir anım var. Busan şehrinde özel bir program düzenlendi. Programın başında mehteran takımı salondan içeri girdi ve çalmaya başladı. Konserin orta yerinde Üsküdar’a Giderken şarkısı çalmıştı ve tüm salon hep bir ağızdan eşlik etti. Çok etkilenmiştim. Sanki bir anda bin kişi Türkçe öğrenmişti. Daha sonra Kore Savaşı sırasında dedelerimizin bu şarkıyı Kore’ye ezberlettiğini öğrendik.

Müziğin iyileştirici gücünü ve iletişimde dev bir etkisi olduğunu tekrar mıh gibi aklıma kazıdım.