Bir gürûh var; toplumu taassuplarına hapsetmek istiyor.

Bir azgın azınlık var; onlar gibi düşünmeyen çoğunluğa manşetler üzerinden ders vermeye kalkıyor.

Bir kitle var, Ayasofya sevincimize gölge düşürme çabasında…

Hayır! Ayasofya’nın cami olarak aslına rücu etmesi sizin sandığınızdan çok daha büyük bir coşku ve bayram bizim için…

Söyleyemiyorlar, kendilerine dahi itiraf edemiyorlar… 350 bin kişinin aynı anda Ayasofya Meydanı ve meydana çıkan tüm cadde ve sokaklarda namaz kılması, hazmedilmesi zor bir olaydı onlar için.

 

SEMBOLLERİNİZ KADAR VARSINIZ

Bu kitle yine kafayı Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a taktı.

Eski alışkınları burada da duvara tosladı çünkü.

İstiyorlar ki; Başkan Bey etkisiz-silik biri olsun, etliye-sütlüye karışmasın, dinin emirlerini mümkün olduğunca soft haliyle söyler gibi yapsın, kendi operasyon alanlarındaki konulara girmesin…

Çok eskiden öyleydi…

Yeni Türkiye’de Diyanet; aile-çocuk-gençlik konularında aktif, sosyal meselelere duyarlı ve proaktif bir politika izliyor. Bu durum işlerine gelmiyor. LGBT propagandasında sorun yaşıyorlar, açılışlarda din adamını en önde söz söylerken görmek onları irite ediyor, Başkan Bey’in sembolik bir geleneği toplum hafızasına kazandırması şuurlarını allak bullak ediyor… Ve-l hasılı kelam, dertleri büyük.

*

Gelelim manşetlere çıkarılan konuya… Ayasofya Camii açılışındaki semboller “mesele” oldu.

Öncelikle şunun altını çizelim.

Bir millet sembolleriyle vardır. Bir başka ifade ile; sembolleriniz kadarsınızdır.

Camii’nin açılışındaki Fetih Sancakları, Ayasofya’nın açılmasını isteyen yüzde 75’lik kesim için onur, gurur, özlem ve tarih demekti.

İkinci önemli sembol, Başkan Bey’in hutbe irad ederken eline aldığı kılıç oldu. Ali Erbaş kılıcı sol elinde tutarak hutbe irad etti. Bu eski ve unutulan bir gelenekti. Anlamı; bu camii fetih ile alınmıştır ve dosta güven içermektedir.

Hal böyleyken, iddialara göre; bu manzara bizi, toplumu geri götürecekmiş, falan filan… Yeni bir şey yok, eski teraneler…

Bu kitleye The Crown dizisini öneririm. Diziye konu olan İngiliz Kraliyet ailesinin neyi temsil ettiğine, yaşatılan geleneğe bir baksınlar. Sonra dönüp güncel fotoğrafları tarasınlar. Mesela Kraliçe’nin elinde kılıcıyla seçilmişleri karşısında nasıl diz çöktürdüğüne…

Bu kadar harcama, bu kadar seremoni, bu kadar şâşâ neden hayata geçiriliyor?

İngiltere tarihini kraliyet ailesi üzerinden yaşatıyor, sembolleriyle, simgeleriyle, anlam dünyası ve geleneğiyle…

Peki biz?

Tarihimizi hatırlatacak ufacık bir girişimde hemen hizaya çekiliyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti bu milleti nasıl temsil ediyorsa, bu millet; bir kadar Osmanlıdır, Selçukludur…

Kimse tarihimizi, değerlerimizi, sembollerimizi kısıtlamaya kalkmasın!

Artık yeter diyoruz!

KUTUPLAŞTIRMA AMACINDALAR

 

Bahsettiğim kesim kurnazca bir akıl oyunu yapıyor. Şöyle bir dayatma söz konusu; Ya Osmanlıcısın, ya da Atatürkçü…

Vatandaşımız hem Atatürk’ü sevip, hem de Fatih Sultan Mehmed’e muhabbet duyamaz.

Fatih’in emanetine sahip çıktığında rejim aleyhtarı ilan edip, aforoz ediyorlar.

Osmanlı’yı hatırlatan her şeyden tiksiniyorlar.

Bu hastalıklı kesimi kendi histerileriyle baş başa bırakarak biz yolumuza bakalım.

Kendi çukurlarında boğulsunlar.

Bizler Türk bayrağı altında, ezanı Muhammedî gölgesinde ufka doğru emin adımlarla yürürken Buhara’nın, Semerkand’ın, Mekke’nin, Kudüs’ün kokusunu duyuyoruz. Bizim medeniyet mefkuremizin uçsuz bucaksız tahayyül dünyası, bunlara çok ama çok fazla gelecektir.

Kendi sığ dünyaları onların olsun.

Toplumumuzu kutuplaştıramayacaklar!

Bizi şucu-bucu diye bölemeyecekler!

Bizler tarihimizden aldığımız güç ve referansla geleceği kuracağız.

Ve onlar kendi dünyalarında çağrış-bağrış bir şekilde, saçlarını-başlarını yolarak kinlerinde yok olacaklar.

İnşallah…