Rahmetli Erol Güngör, Türklerin vatan anlayışını şu şekilde açıklamıştı: “İsterseniz Türk’ün vatan anlayışı için şöyle pratik bir formül bulabiliriz. Nerede evliya kabri varsa orası Türk vatanıdır. Evliyası olmayan yerde Türk de yok demektir; eğer olsaydı mutlaka içlerinden ya bir şehit ya bir ulu kişi çıkardı ve halkın gönüllerini kendi kabri üstünde birleştirirdi. Zaten manevi kudretiyle halkı koruyacak birinin bulunmadığı yerde Türk nasıl yaşar?”

Her ne kadar kabirler dönem dönem, belli yerlerde putlaştırılmış, amacından saptırılmış, şirk düzeyine getirilmişse de bu durum ne Vahhabileri haklı çıkarır ne de kabirlere verdiğimiz değerin yanlış olduğunu gösterir. Bilakis, sahte kalitenin delilidir. Her sepetten çürük meyve illa ki çıkar. Bizler, Türkler asırlardır bir velinin gölgesinde dinlenmiş, bir velinin soluğunda hayat bulmuşuz. Evliyanın himmetiyle savaşmış, evliyanın himmetiyle devlet kurmuşuz. Sırtımızı bir Allah dostuna dayamadan hiçbir işe girişmemiş, onlar Allah dedikçe biz Hu demişiz. Erol Güngör’ün de dediği gibi vatan yaptığımız beldeleri öğrenmek isteyenler bakacakları yerde bir evliya kabrinin olup olmadığına bakmalıdırlar. Bizler sahip olduğumuz irfani kültürle ehlullahın kabrine dahi ayrı özen göstermişiz. İrfani eğitimin olmadığı yerlerde radikallik boy göstermiş, ne yaşayana ne de Hakk’a göçene saygı kalmamıştır. Afganistan’da mezarlıkların yıkıldığını biliyoruz.

Çünkü bizler hayatın da ölümün de “bir” olduğuna inanmışız. Hakk’ın nazarına eren için görüntüler kaybolmuştur. “Somut” bir vehimdir, “zaman” illüzyondur. Bizim gibi avam için vardır her kavram. Hakk’la Hakk olanda kavramlar yerini “bire” bırakmıştır. Modernistler ve Vahhabiler için Rasulullah dahi ölüdür artık. Ancak Rasulullah “Peygamberler kabrinde diridir” ve Cenab-ı Hak’da “Peygamberinize salavat getirin, nerede olursanız olun o sizin selamınızı alır” buyurmaktadırlar. O, her zaman diridir. Ölüm, bizedir. “Ölmeden önce ölünüz” hadisinin sahibi de sırrına erenler de ölümden beridir, ölümde hayat da birdir. Şehit denince akla sadece cephede can verenler gelir. Şehit, aşkın miracını canıyla abdestini de kanıyla alandır. Şehit, Kuran’ı Kerim’de birçok yerde “tanık” anlamında kullanılır. Şahitten, şehitliğe geçiş. Neye tanık/şahit? Hakk’ın zuhuratına. Hakk’a.

Dünyanın, görüntülerin vehim olduğuna, Hakk’ın her yerde hazır bulunduğuna, Hakk’tan başkasının olmadığına… Şehitler ölü değildir, onlara ölü diyen günaha girmiştir. Peygamberimiz, “ümmetimin alimleri ben-i İsrail’in peygamberlerine denktir” buyurmuştur. Denklik, mertebenin aynı olmasındandır. Bu konuya tafsilatlı girmeyeceğiz. Alimler, velidir. Tüm veliler, alimdir. Hakk’ta Hakk olana ilim sadır olmuştur. Hakk’ı bilenin bilmediği ne olabilir? Rasulullah, Hayy ismi şerifi ile diridir, bakidir. Ashab; imanın sırrına ermiş, malını canını Rasulullah’ın yoluna sermiş, nihayetinde rasulullah’ı görmüş kişidir. Ashab, ölmeden önce ölmüş, dolayısıyla dirilikte fena bulmuştur. Ehlullah, Rasulullah’ı görmüştür. Rasulullah’ı görmeyen biri, evliyadan değildir.

O yüzden irfani yönümüzle ehlullaha da, kabirlerine de ayrı ihtimam göstermişiz. Anadolu’da her yerde bir evliya kabri vardır. İstanbul, evliyalar şehridir. Amiş Efendi, ehlullahın kabrinde Fatiha okuyan insana, mahşer günü o ehlullahın şefaat edeceğini müjdelemiştir. Son olarak gönüllü tabela hizmeti yapan, türbelere gerekli ihtimamı gösteren, bu uğurda 70 il gezen kıymetli Halit Develioğlu’nun rehber niteliğindeki “Önde Gidenler: Sur İçi Velileri ve Şehitleri” kitabının çıktığını duyurur, gidip Fatiha okuduğunuz kabirlerde sizden dua bekleriz.