Fetullahçılığın tarihi en az40 yıl.  Kırk yıllık nifak örgütünü kırk aylık siyasî mücadele ile bitirmek iyimserliktir. İşin sosyolojik kökleri var; psikolojik bileşenleri var. Siyasi mücadelenin sosyal ayaklarını kuramazsak, psikolojik boyutlarıyla yüzleşmezsekFETÖ’nün geçmişi olduğu kadar geleceği de olacak bu ülkede. Ya da Fetullahçılık başka isimler altında sürüp gidecek.

En az 40 yıl toplumun her kesiminin gönlünü çelen, milletin kılcal damarlarına kadar nüfuz eden Fetullahçılığın insanın doğasındaki zemini nedir? Hangi karşılığı bulmuştur da, bu kadar yıl, hâlâ daha adanmışlığından vazgeçmeyen taraftarlar üretmiştir? Hem de milletin içinden. Bildiğimiz Anadolu insanları arasından…

Eğri otursak da, doğru konuşalım: Aslında FetullahçılıkFetullahçılık değildir. Toplumun zaaflarını okuyan, çatlaklarını iyi bilen, arayışlarını gözlemleyen bir üst bakış projesidir. Kimlik arayışına sahte çareler üreterek,aidiyet boşluğunu kullanarak, önce orta halli Anadolu esnafının oğullarını aldı yanına. Gönüllü fedai yaptı emellerine. Varlığını ispatlamak için içten içe çırpınan idealist zeki gençleri, Mus’ab bin Umeyr[ra] modeli üzerinden devşirdi. Ailesine karşı biledi, sonra da devletine, büyük ‘baba’ya azmettirdi.

Kadınları da zayıf yerinden yakaladı FETÖ.Önce keşfetti kadınları. Kendilerini ifade edemediklerini gösterdi kadınlara.Babaları karşısında lâl kesilmişlerdi. Varsa erkek kardeşleri tarafından yok sayılmaktaydılar. Kocalarının ‘sus!” diyen bakışları arasında ezilmek üzerelerdi. Hele de toplum iyice yok saymaktaydı. Önce kimlik verdi onlara FETÖ. “Gül…” le başlayan, “…bahar”la biten, “gökkuşağı” azametinde, “ümit” diye hecelenen dernekler kurdu onlar adına. Sonra ‘başkan’ yaptı her birini kendi paralarıyla kurulmuş derneğe. Söz sahibi yaptı, tüzel kimliklerini yüceltti. Oradan buradan ‘ünlü’ler çağrıldı, kendilerince zaferleri oldu. Ulusal medyada, haber yapıldılar, önemsendiler. Bir şeyleri değiştirebileceklerine inandırıldılar. İlk defa ‘özne’ diye anıldılar. ‘Yılın annesi…” “Yılın kadını…” gibi ışıltılı rütbeler aldılar.

Sonra da ‘kadın’ adanmışlığının ince ayarlarına sıra geldi. Sıkı bir hiyerarşinin içinde koşuya tabi tuttu onları FETÖ; kadınlar arası gizli rekabetin gazına usulca bastılar, üst de ast da önemliydi. Kariyer imkânları verildi ellerine. Maaşları da vardı, manevi ödülleri de; çocuklarının isimlerini ‘hocaefendi’ koyacaktı, koydu da. Pensilvanya’dan özel eşyalar gönderildi ama sadece bazılarına; sadakatini ispatlamış olanlara, öne çıkanlara. Rüyaları bile önemsendi kadınların, dilden dile dolaştı, kıtalar gezdi, makale konusu oldu. Sözlerinin dinlendiği büyük istişare meclislerine çağrıldılar. Her vesileyle kanaatleri soruldu; onurlandırıldılar.Babadan öte, kocadan yukarıda bir makam sahibi oldular. El’an ‘kâinat imamı’nın büyük kerametini bekliyorlar; kurgulanmış kerametler üzerinden bağlandılar ‘büyüğümüz’ dediklerine. Adını bile ağza almaları edepsizlik sayılacak denli kutsadılar emekli vaizi…

Şimdi soralım kendimize:  Bu kadar ince işi, bu kadar özenle, bu kadar uzunca bir süre, bu kadar kararlılıkla kim yapabilir?