Savunma sanayiinde son yıllarda gerçekleşen atılımlar hepimizin göğsünü kabartıyor. SSB’nin verilerine göre bu alandaki yerlilik oranı %80’lere ulaşmış durumda. Oysa 2002’de bu oran %20’lerdeydi. Savunma sanayi ehil ellere bırakılınca ve devletimiz de kararlı bir politika belirleyince başarı kendiliğinden geliyor. Benzer başarılar ulaştırma ve sağlık alanlarında da ülkemize çağ atlattı. Yani liyakat ve kararlılık olunca başarı sağladığımızı gösteren somut örnekler var. Hem de tüm dünyanın gıpta ile izlediği güzel örnekler.

Savunma, ulaşım ve sağlıkta olduğu gibi kültür/eğitim politikalarımızda da yerli ve milli bir bakışa ihtiyacımız var. CSO (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) yerleşkesinin açılışı bu konuda atmamız gereken adımlar olduğunu hatırlattı. Ankara’nın göbeğinde açılan bu 15 hektarlık yerleşke 83 Milyon avroya(yaklaşık 700 Milyon TL) malolmuş. Almanya’dan sonra dünyadaki ikinci senfoni orkestrası salonuymuş ve Paris’in en büyük sanat merkezi dikkate alınarak yapılmış. Yerleşkede çocuklara yönelik keman, piyano, flüt, obua, klarnet, fagot, korno, trompet, viyola gibi batılı senfonik çalgıların eğitimi veriliyormuş. Ayrıca çocuklara oda müziği kültürünü aşılamak için de eğitim konserleri icra ediliyormuş. Yerleşkenin daha pek çok özelliği var lakin benim üzerinde duracağım husus bu değil. Bilgi almak isteyenler CSO’nun sitesine bakabilirler.

Cumhurbaşkanımız yerleşkenin açılışında etkileyici bir konuşma gerçekleştirdi. Her bir cümlesinin altına imzamızı atacağımız önemli tespitlerle dolu bu konuşmayı “Batı da bizim Doğu da bizimdir. Geçmişte yerli müziğimizi yasaklayarak tamamen Batı taklidi bir sanata yönelen tek parti yönetiminin aksine bizim için tarihten gelen milli musikimizin önemli yeri vardır” şeklinde özetleyebiliriz. Batılı müzisyenlerle birlikte Farabi’den başlayıp Meragi’ye, oradan Yunus ‘a, Itri’ye, Dede Efendiye, Karacaoğlan ve Neşet Ertaş’a uzanan bu etkileyici konuşmanın ardından bir konser gerçekleşti. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının bu konserinde Donizetti, Guatelli, Mozart, Francesco Cilea, Bizet, A. Saygun gibi müzisyenlerin besteleri icra edildi. Bu durum ister istemez Cumhurbaşkanımızın konuşması ile sahnede gerçekleşen konser arasında tenakuz oluşturdu. Gönül isterdi ki bu açılışta Itri de, Dede Efendi de, Neşet Ertaş da yer alsaydı. Yerleşkenin adı da tamamen batı kaynaklı “senfoni” ve “orkestra” gibi kelimeler yerine son devrin en büyük müzik dehası kabul edilen Tamburi Cemil Bey ile veya bir başka musikişinasımızın ismiyle taçlandırılsaydı.

Aslında açılışta ortaya çıkan bu manzara milletimizin maruz bırakıldığı 100 yıllık angaje kültür gerçeğini bir kez daha vurgulamış oldu. Elbette biz batı müziğinin hasmı değiliz. Lakin kültür politikalarında halen yerli ve milli damarın-geçmişe oranla gelişme olsa da- hakkıyla yer almadığı gerçeğini görmezden gelemeyiz.  Cumhurbaşkanımız konuşmasında Taksim’de yıkılan merkezin opera binası olarak yakında tamamlanacağı bilgisini paylaştı. Cumhurbaşkanımızın da konuşmasında vurguladığı gibi 1930’lardan başlayarak uzun yıllar devam eden kültür anlayışında tek parti rejimi ısrarla opera, bale, piyano, senfoni orkestrası ve batı müziğinin tüm örneklerini sistemli şekilde milletimizin evlatlarına empoze etmiştir. Bununla da yetinmeyerek klasik Türk musikisini ve halk müziğini yasaklayarak bu süreci hızlandırmak istemiştir. 1930’lardan itibaren müzik müfredatı da batı müziğine %95 yer verecek şekilde ayarlanmıştır. Üzülerek belirtmeliyiz ki bu oranlar kısmen değişse de batı müziğinin müfredattaki ağırlığı devam etmektedir. Oysa müzik derslerinde tam tersi bir oranlama yapılmalıdır. Çünkü biz Türk/İslam kültürünü inşa eden bir milletiz. Çocuklarımıza verilen de bu gerçekliğe tekabül etmelidir. Nasipse haftaya kaldığımız yerden devam edeceğiz.