“İnsan dilinin ardında gizlidir” diye bir söz hatırlıyorum. Söyledikleri, söyleyebildikleri ve söylediği üslup onun kim olduğunu, nasıl olduğunu izah eder aslında bize. “Üslub u beyan aynıyla insandır” diye daha güzel bir söyleyişi de var bu cümlenin. Neyi söylediğinden çok nasıl söylediğinde önemli yani. Hem her hakikat her yerde söylenmez ve hem de “yerinde edilen kem söz dahi belagattendir” diye de söylemiş bizden evvel yaşayanlar.

Aslında bu mevzu sadece insan için değil koskoca bir millet için de geçerli. Neyi ve nasıl söylediği, dilinde hangi kelimelere yer verdiği ve hatta nelere karşılık bir kelime türettiği bile o milletin nasıl olduğunu izah etmek için bir kriterdir bence.

Misal ki “bizim dilimde olan, kullandığımız, söylediğimiz ama diğer başka dillerde karşılığı olmayan kelimeler var mı acaba?” diye soruyorum kendi kendime. Aklıma gelen birkaç kelime var. Ama her seferinde zihnimde en önce “gönül” kelimesi cevelan ediyor. Çok kullandığımızı, çok söylediğimizi biliyoruz hepimiz. “Gönül vermek, gönül almak, gönüllü olmak, gönül koymak” gibi çok fazla tabir de var kullandığımız.

Peki ama derdiyle dertlenip durduğumuz, şiirlerde okuyup, türkülerini duyduğumuz bu gönül nedir? Nasıl kelimedir?

Gönül Türkçe bir kelime. Ve bir başka dilde karşılığı yok. Yani “kalp” dediğimiz organın bizim dilimizdeki manası gönül değil. Daha soyut bir manada ve olan değil olmayan bir şeyin ismi. Hislerin, duyguların olduğu bir yer. Kalp ile aynı değil yani. İnsan kalbiyle değil gönlüye sever, merhamet eder, hisseder. Birinin kalbini değil gönlünü alır, gönlüne girer ve gönül verirsin. Bir de mutasavvıflar “Allah’ın tecelli ettiği yer” diye söylüyorlar. Yunus’un şiirinde olduğu gibi;

Gönül Çalab’ın tahtı

Çalabgönüle bahtı

İki cihan bedbahtı

Kim gönül yıkar ise

Kelimenin aslı “könül” ve aradaki “n” harfi şimdi bizim söylediğimiz gibi söylenmiyor. “Deniz” kelimesinde de olduğu gibi “ng” arası bir sesle ve genizden çıkarılan bir harf aslında ve bu harfe “nazal nunu” ya da “Kâf-i nuni” deniyor. Nasıl söylendiğini yazarak anlatmak çok kolay değil ama şöyle söylersem anlaşılır sanırım. Hani Neşet Ertaş meşhur “Gönül Dağı” türküsünü söylerken genizden bir ses ile söylüyor ya işte tam da öyle. Yani doğru olanı Neşet Usta’nın söylediği.

En eski Orhun Abideleri’nde karşımıza çıkıyor gönül. Daha sonra da yerleşiyor. Lügatlerde sevgi, istek, hatır gibi manaları var. “Göğüs” kelimesiyle de akraba olduğu düşünülüyor. Ama kimse emin değil.

Şair “Gönüldendir şikâyet, kimseden feryadımız yoktur” dediğinde haklı sanırım. Zira ne olduğunu bile tam olarak bilmediğimiz, nereden geldiğini kestiremediğimiz gönül pek çoğumuzun canını yakıyor.

Bir de “Gönül” ile “Dil” arasında bir ilişki var. Öyle hemen “gönülde ne varsa dilden o dökülür” falan gibi düşünmeyin. Zira o dil bu dil değil. Pek çok şekilde ve pek çok kullandığımız “dil” Farsça bir kelime aslında ve gönül ile eş anlamlı. Mesela “Dil-ara, Dil-ber, Dil-ruba, Dil-dade, Dil-baz” gibi pek çok kelimenin gönülle bağı var.

Hatırıma Ahmed Paşa’nın şu güzel şiiri geliyor;

Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül

Kara sevdaya yilerbî-ser ü bî-pâygönül

Dimedüm mi sana dolaşma ana hay gönül

Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül