Bir duruş yüklemeliyiz gençlere, bir ideal, heyecan. Yarınları aydınlatacak yıldızlar yetiştirmeliyiz. Vicdanlı, merhametli, adaletli, erdemli gençlere; umudumuz diye seslenmeliyiz. Bu nasıl mı olacak? Tabii ki öz kültürünü muhafaza edişle…

Batının giyimini, kuşamını, yaşantısını kopya ederek, batılı genç gibi yaşamaktan zevk alan,

İslam kültüründen ve tarihinden kopan, adını dünyaya duyurmak için sabırsızlanan,

Çanakkale şehitliğini merak bile etmeyen ama Paris’in Eyfel Kulesi’ni görmek için hayaller kuran Türk gençliği; unutmasın ki aslı inkâr ediş, komik duruma düşmüş bir yaşantıdır.

Batıyı taklit etmek, küçülmek demektir. Biz, yıllarca Batı’yı efendi belledik! Bize ait olmayan bir kültürün parçası olmak için, kıyasıya savaştık kendimizle, çevremizle, geçmişimizle…

Ne geçti elimize? Özümüzü yitirdik. Yabancılaştık, aslımızı inkâr ettik. Peki, şimdi daha mı huzurluyuz? Sanatta- ilimde üstün başarı mı gösterdik? Hayır! Üstüne üstlük, sığlaştık, ruhsuzlaştık. Önceliğimiz moda, marka yani özenti oldu.

Uyuşturucu, hırsızlık, dolandırıcılık, şiddet, bunalım, intihar, bunlar; batı gençliğinin meziyetleri. Neden mi bu haldeler. Çünkü onları sarıp, sarmalayan sıcak bir yuvaları yok. Doğruyu gösterecek, koşulsuz sevecek aileleri yok. Ev yok, tek odalı barınaklar var. Özgür olmak için, yalnızlık bataklığına sığınış var.

Batının kirli rüyasından uyanıp, ideallerimize doğru yürümeliyiz. “İnsan ki hayvanların en cesuru, insan ki Allah’a en yakın kul, en yaratıcı ve en kahraman. Okyanusların dibine iner, stratosferlerin üstüne fırlar, yaşatmak için yaşar ve yaşatmak için ölür. Fakat ona ekmek ve ideal veriniz, ekmek ve ideal, ideal, ideal!” (Peyami Safa- gençlikve eğitim) Hedefler, idealler doğruya adapte eder. Gençliği bu çizginin içinde tutmalıyız. İyilik, erdem ve başarıda.

Ve şu sözlerle devam ediyor Peyami Safa: “Gençlik nereye gidiyor, genç kuşak isyanda demek, çözüm değildir. ’Fena bir nesil yetiştiği hakkında iddialar ne derece doğru olursa olsun, gençliğe hukuk etmeye haksızız. Çünkü yaptığı heykeli yumruklayan bir heykeltıraş vaziyetindeyiz. Gençlik bizim eserimizdir.”

Evet, Şikâyet etmeye hakkımız yok, bu gençlik eseri bizim ellerimizde vücut buldu. Özellikle üniversite gençliği için, isyankâr ve başına buyruk diyoruz. Neden öyleler diye düşünüp, çözüme gitmek yerine suçlamayı tercih ederiz.

Şu bir gerçek ki, Avrupa da ve ülkemizde üniversite gençliği okumak için, çalışmak zorunda! Peki, neden? Anne babası boşanmış ikinci bahar sevdasında. Onları maddi manevi destekleyecek aile yok. Ya da var olan ailenin ekonomisi bozuk.

Devlet ve kurumlar kontrolünde üniversite gençliğine, iş imkânı sağlandı mı? Hayır, hemen hemen dünyanın hiçbir yerinde, ideallerine yürüyen genç kuşağı destekleyecek bir iş planı yok.

Bu çocuklar nerelerde çalışıyor? Veya çalışmak zorunda kalıyor. Kendi imkânları ile orada, burada. Onların doğru yolda yürümelerini sağlayabiliyor muyuz? Hayır. Şu ideolojide olursan, yardım elini uzatırız diyoruz. Gençliği yaptığımız iyilikle kendimize mecbur bırakıyoruz. Oysa vazifemiz, hakikati görmelerini sağlamak olmalıydı.

“Gençlik. Gelip, geçti./ Bir günlük süstü, Nefsim doymamaktan dünyaya küstü./Eser darmadağın, emek yüzüstü/ Toplayın eşyamı işim acele.” demiş üstat Necip fazıl Kısakürek.

Saygın ve samimi bir hayat tarzını yaşamak için, zamanı iyi değerlenmek gerek. Eğer merkezimde planlı çalışmak olmazsa, akıp giden zamana yenilmiş oluruz.

“Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik/Kim var denildiğinde, sağına ve soluna bakmadan, fert fert ‘Ben varım” diyen gençlik” Necip Fazıl’ın zihinlere kazıdığı bu gençliğin yetişmesi için, ne kadar mücadele ediyoruz?

Bugünün gençliği, dijital çağın imkânları karşısında, şiddetli bir sınavda. Eğitimini internet üzerinden tamamlamak zorunda kalan nesil, ister istemez popüler kültüre yem olmakta. Tüketime teşvik eden reklamlar, ilgiyi kendine çeken YouTube kanalları ve kan donduran ahlaksız siteler, gençlerin sırtındaki kamburdur. Bu iğrenç tuzaklardan gençleri ancak aile ve temiz çevre korur.

Nasıl mı tabii ki suçlamadan, onları dinleyerek. Anlayış ve hoş görü ile yaklaşıp, güveni hissettirerek.

“Gençliği suçlamayın, kendinizi suçlayın. Siz nasıl yetiştirdiyseniz, öyle gençlik.” diyor Grigory Petrov

İstanbul’u fethini gerçekleştiren Fatih gibi yaşamayan, iman ve Kur’an şairi Mehmet Akif Ersoy’u rehber edinmeyen, gençlerden öz kültürünü yaşayıp, yaşatmasını bekliyor.

“Peygamberin günümüzde küçük sahabeleri biz çocuklardık/ Bedir’i, Hayber’i, Mekke’yi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık.’’ diyen Sezai Karakoç’un dizelerini çocuklarımızın kulağına fısıldamazsak, gençlik tanınmaz halde diye hayıflanıp, dururuz.

Bu milletin çocukları, kendi kültürünün ışığında yetişmedi, Avrupa ve özgürlük diyerek büyüdü. Gençliğe temsil edemediğimiz güzel ahlakı, masal gibi anlatmak zorunda kaldık. Ve çelişki yığınında, hakikat aynasında arayan oldu genç kuşak.

Bugün dijital çağın olumlu, besleyici işlevinin yanında zehrini ayıklamasını bilen mantıklı ve çalışkan gençler de var. Üretmek için çabalıyorlar. Bu azimli gençlikten umutluyuz. Ve eminim ki hepimiz, fikri ayrımcılığına girmeden bu azme el uzatıyoruz?

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor M.Luther King: “Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, fakat bu arada çok basit bir sanatı unuttuk; insan gibi yaşamayı!” Kalbinize emanetsiniz.