“Peygamber izi, biz insanlığa tükenmezlik yolunu gösterdiği halde, neden tükenme yolunu seçtik?”

Sezai Karakoç

Sezai Karakoç‘un Diriliş Yayınlarından çıkan “İnsanlığın Dirilişi” kitabı okurken düşündüren, araştırmaya ve sorgulamaya yönlendiren bir kitap. Allah hayırlı ömürler versin, yaşayan büyük fikir emekçilerimizden olan üstat Sezai Karakoç, insanlığın ve medeniyetlerin büyük bunalımlarının kaynakları ve sonuçlarını ele aldığı İnsanlığın Dirilişi kitabında şöyle sesleniyor bizlere: “Peygamber izi, biz insanlığa tükenmezlik yolunu gösterdiği halde, neden tükenme yolunu seçtik?”. Kendini ‘diriliş eri’ olarak adlandıran Karakoç, insanlığın dirilişinin Orta Doğu’nun dirilişiyle doğru, Avrupa’nın dirilişiyle ters orantılı olduğunu söyler.

Bu kitabı oluşturan yazılar, edebiyat başlıklı yazıya kadar 1974-1975 yıllarında Aylık Diriliş Dergisi’nde başyazı olarak, ondan sonrakiler ise 1976’da Diriliş Pazartesi-Perşembe Günlüğünde yayınlanmıştır. Bu kitaptan “yoldaki işaretler” kıymetinde değer ifade eden cümleleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Medeniyetin uzağı görme, duyma ve yakalama gücü olan şairler ve düşünürler toplumun veya insanlığın mutluluğunu kitleden daha önce sezdikleri gibi gelmekte olan yıkıntı ve düşüşlerin titreşimlerini de vaktinden önce kaydederler.” (sayfa 16)

“Avrupa uygarlık olarak ancak Avrupa sınırları içinde kalıyordu. Dışarı taşamıyordu. Dışarı taşışı sadece istilâ için oluyordu. Asya ve Afrika, Avrupa’yı bir uygarlık olarak değil, bir düşman, hatta kimi zaman tabiî bir afet gibi idrak ediyordu.” (sayfa 18)

“Tarih ve zaman kendi kanunlarının en haşin taraflarıyla hükmünü yürütmekte. Ve zaman zaman birikimler patlamalara dönüşmekte, insanlık bir bunalıma sürüklenmekte.” (sayfa 19)

“Evet, insanlık Batıyı içiyor. Fakat bu içiş onu şifaya götürmüyor. Hatta yavaş yavaş zehirliyor onu.” (sayfa 20)

“Bugün bütün insanlık, kölelerin Roma’ya isyanı gibi bir isyan içindedir Batıya karşı. Batıya özeniş ve Batılaşış gibi görünen şey, aslında Batının silahıyla donanmak, Batı gücüne kavuşmak, sonra da Batının etkisinden kurtulmak arzusunun görünüşlerinden başka bir şey değildir.” (sayfa 23)

“Rönesans, İslâm’a karşı, Hıristiyanlığın, eski Batı medeniyetini imdada çağırmasıdır. Bir başka deyişle, yeniçağın ruhu olan İslâm’a karşı kendini savunmak için ortaçağ ruhu olan Hıristiyanlık eski çağı, antikiteyi yardıma çağırmıştır. Bir nevi, gelecek zamana karşı geçmiş zamana sığınmak…” (sayfa 25)

“Rönesans’ın açılışıyla Hıristiyanlık belki yok olmaktan kurtuldu. Çünkü bu girişim olmasaydı, İslâm içinde eriyecekti. Yok, olmaktan kurtuldu ama bir daha kendi başına var olmamak şartıyla. Hâlbuki gönül rızasıyla İslâm’a teslim olsaydı, insanlığın yararına olacaktı bu ferâgat. İnsanlık yeni bir döneme girecekti. Antikiteye geri dönüş gibi bir ters olguyla kararmayacaktı tarihin alnı.” (sayfa 26)

“İnsan ve hakikat. İnsanlık tarihi bu iki kelimenin içinde yatıyor. İnsanoğlu durmadan hakikati arıyor. Buluyor, âdeta bulduğuna inanamıyor ve yine arıyor. Kaybediyor, yine arıyor. Kimi zaman da hakikat gelip kendisini buluyor, ama insanoğlu bunu küçümsüyor, önemsemiyor ve hâlâ gerçeği başka yerlerde arıyor.”  (sayfa 36)

“İnsan ruhu, aşırılığını, peygamber izinden ayrılmayı pahalı ödüyor. Cezasını âdeta kendi eliyle verir gibi. İntihar eder gibi.” (sayfa 42)