Kıymetli dostlar;

Öncelikle sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum…

Dostlar, bugün sizlerle İstanbul’un en önemli ve en popüler yerlerinden bir olan Taksim Meydanına ve İstiklal Caddesine gideceğiz. İstanbul’un kalbinin attığı bu meydanın dününü bugünü konuşacağız.

Taksim Meydanı değil Taksim Mezarlığı

Bugün İstanbul’un, hatta Türkiye’nin en önemli merkezi olan İstiklal Caddesi ve Taksimde 17. yüzyıla kadar birkaç evin dışında pek bir şey yoktu. Bu bölge Galata surlarının dışında kaldığı için Galata içerisinde yaşayan Osmanlı tebaası bugünkü Tarlabaşı, İstiklal Caddesi ve Taksim çevresini mezarlık olarak kullanmışlardır. Fakat bölgenin şehrin en büyük mezarlığı haline gelmesi Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanat yıllarına rastlamaktadır.  1560 yılında, İstanbul’da büyük kolera salgını başlayınca Sultan Süleyman, sur içi İstanbul’una ve yine yerleşimin olduğu Galata’ya defin yapılmasını yasaklamış, o tarihten sonra şehirde ölenlerin naaşları, hastalığın yayılmasının önlenmesi için sur dışına çıkarılarak Taksim ve civarına defnedilmiştir. Böylece, bugünkü Gezi Parkı’nı da içine alan Sıraselviler’den bir koldan Harbiye’ye ve Kasımpaşa’ya, diğer koldan Dolmabahçe’ye kadar uzanan büyük bir alan her milletin ayrı bölümlerinin olduğu büyük bir mezarlık haline gelmiştir.

Bu nedenle Avrupalı birçok kaynak Taksim ve civarını  “Champ des Morts” yani “Büyük Mezarlık” olarak isimlendirmiştir. Mezarlığın içerisinde hemen her milletin ayrı bir bölümü vardı. Rumların, Ermenilerin, İtalyanların, Latinlerin mezarlarının dışında Ayaspaşa’dan Dolmabahçe’ye doğru uzanan alan ile Taksim Meydan’dan Kasımpaşa’ya doğru uzanan yol ise büyük bir Müslüman mezarlığıydı.

Peki ya nereye gitti bu mezarlık?

Ordunun modernleştirilmesi için büyük çalışmalar yapan Sultan I. Abdülhamid, Topçu Birlikleri için Taksim ile Ermeni mezarlığını birbirinden ayıran ahşap bir kışla inşa ettirdi. Ancak 1794’te bu ahşap kışla yandıktan sonra III. Selim, saray mimarı Kirkor Balyan‘a, aynı bölgede betonarme bir kışla inşa ettirtmiştir. (1806) (Bu yapı, bugün tekrar inşa edilmesi tartışılan kışlanın ilk halidir.)

Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlayan kolera salgını ile şehrin en büyük mezarlığı haline gelen Taksim bölgesi yine bir kolera salgını ile bu özelliğini kaybetmeye başlamıştır. 1865’te İstanbul’da başlayan büyük kolera salgını sadece halk arasında değil, sarayda dahi etkili olunca artık insan yaşamının yoğunlaştığı Taksim bölgesine de defin yapılması padişah fermanı ile yasaklanmıştır. Onun yerine Ermeni ve Rum cemaatlerine, ikametin olmadığı Şişli’de mezarlıklar tahsis edilmiştir. Tahsis edilen bu mezarlıklar bugün hala aktif olarak kullanılmaktadır.

İşgal yıllarında bir futbol sahası

Taksim’deki Topçu Kışlası İstanbul’un işgali ile beraber Türk ordusu tarafından boşaltılarak Fransız birliklerine bırakıldı. Bu süre zarfında bu kışla üç yıldan fazla Fransızlar tarafından kullanıldı. Aynı zamanda bu süre içinde Topçu Kışlası amacının dışında da kullanıldı. Kışlanın avlusunda futbol maçları, yağlı güreşler, boks maçlarına kadar birçok müsabaka düzenlendi. Bu durum aşağı yukarı on sekiz yıl sürdü.

Ermeni mezarlığı ise 1939’da tamamıyla belediye tarafından istimlak edildi. 1940 yılında İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar’ın onayı ve Fransız şehir plancısı Henri Prost‘un tavsiyesi üzerine kışla ve mezarlıkların tamamı yıkılarak günümüzde Gezi Parkı ve Taksim’den Harbiye’ye doğru uzanan yeni yaşam alanları inşa edildi. Böylece yüzyıllarca şehrin en önemli mezarlığı olan Taksim ve çevresi, Türkiye’nin en önemli meydanı haline getirildi.

Taksim’i de parsel parsel İsmet İnönü almış!

Muhalif gazeteci kimliği ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında ön plana çıkan Gazeteci Arif Oruç’un “Yarın” Gazetesinde yazdıklarına bakarsak bu bölgenin sözde yaşam alanı haline getirildikten sonra bilerek ve istenerek birilerine nasıl peşkeş çekildiğini belgeleri ile birlikte görebilirsiniz.

Bu süreçte Valiler, müsteşarlar kimlerin ayağı kaydırılmış kimlerin…  Selviler kesilmiş, mezar taşları ortadan kaldırılmış, önce alan mezarlık olmaktan çıkarılmış, ardından İsmet İnönü’nün müsteşarlarından biri bu bölgeyi vakıf olmaktan çıkarmış sonra nasıl olmuşsa olmuş boşalan arsalar başta İsmet İnönü olmak üzere hükümetin önde gelen isimlerine satılmış…

Aynı dönemlere denk gelen Sultan Abdülaziz’in cami arsası olan Maçka Parkı olarak bildiğimiz, daha sonra üzerine taşlık Gazinosu ve bugün bir otelin yapıldığı alanın da İnönü ve ahalisi tarafından nasıl paylaşıldığını daha önce ki yazılarımızdan birinde kaleme almıştık. Daha ayrıntılı bilgi isteyenler o yazımızı da tekrar okuyabilirler.

Cumhuriyet’in en önemli ihtiyacı: Taksim Cumhuriyet Anıtı

Neyse biz dönelim konumuza. Taksim Meydanı’ndan İstiklal Caddesi’ne dönerken yolun hemen kenarında küfeki taştan yapılmış, sekiz köşeli bir çatıya sahip eski bir yapı görürsünüz. İstanbul’un bu meşhur meydanının adı işte suyu taksim etmek amacıyla kurulan bu maksemden gelmektedir.

Bugün Taksim Meydanı dendiğinde akla gelen en önemli sembollerden biri de Taksim Cumhuriyet Anıtı’dır. 1928 yılında anıtın açılışı yapıldıktan sonra anıtla beraber meydan da yeni kurulan Cumhuriyet rejiminin bir sembolü haline gelmeye başlamıştı. Osmanlı döneminde Sultanahmet ve Beyazıt meydanlarının işlevi Cumhuriyet dönemi ile özellikle bu anıtın açılışından sonra Taksim Meydanı’na kaymaya başlamıştı. 1960’lı yılların çalkantılı büyük mitingleri ve siyasi olayları da burada meydana gelmiştir.

Peki, neden anıt yapıldı?

Bunun en temel etkeni Batılılaşmanın etkisi diyebiliriz. Bu dönemde Avrupa’da sık sık karşımıza çıkan törenlerin yapıldığı anıtların olduğu büyük meydanlar henüz Cumhuriyet Türkiye’sinde yoktu. Devlet adamlarımız özellikle yurt dışından ülkemize gelen yabancı misafirlerin ağırlanmasında hissettikleri bu eksikliği ortadan kaldırmak için kolları sıvadı. Anıt yapılması konusunda herkes hemfikirdi ancak anıtın nereye yapılması konusunda büyük bir sorun vardı. Hala Beyazıt Meydanı fikri ağır basıyordu. Ancak görünen o ki hemen meydanın yanı başında bulunan 400 yıllık cami bunun en büyük engeliydi… Daha farklı bir çözüm aranmaya başladı. Sonunda Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Cumhuriyet Anıtını yerleştirmek için şehrin eski kısmından biraz uzak bir yer olan, sözde modern kesimin (!) uzun süredir yaşadığı Taksim Kavşağı’nı seçti.

1 Aralık 1926 günü karar alınıp çalışmalara başlandı. Yapılan duyurulardan sonra devlet yetkisindeki özel görevliler, makbuzlar ile kapı kapı dolaşıp bağış toplamaya başladı. Çünkü genç Cumhuriyet’in olmazsa olmaz en önemli ihtiyaçlarından biri bu anıttı!

Heykeli kim yaptı?

Taksim Cumhuriyet Anıtı’nı yapma görevi daha önce Mustafa Kemal Paşa’nın heykelini yapan Pietro Canonica’ya verildi. Mimar Sinan Üniversitesi’nde de öğrenciler arasında bir yarışma düzenlendi. Yarışmayı kazanan Sabiha Ziya Hanım bazı kesimler tarafından uygun görülmese de devlet tarafından İtalya’ya, Canonica’nın yanına anıtın yapımında yardımcı olmak üzere gönderildi.

Aslında anıtla ilgili en çok merak edilen sorulardan biri de bu anıtın ne mesaj verdiği sorusuydu… Anıtın iki yüzünde farklı figürler yer almaktaydı. Türk askerleri, Rus askerleri ve onların önünde Mustafa Kemal Paşa’nın bulunduğu taraf Milli Mücadele’yi simgelemekteydi. Milli Mücadeleye Rusya’nın verdiği destekten dolayı bu yüzeyde Rus askerleri General Mihail Vasilyeviç Frunze ve Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov’in heykellerine de yer verilmişti.  Mustafa Kemal Paşa, İsmet, İnönü, Mareşal Fevzi Çakmak, sivil halk ve askerlerin yer aldığı diğer yüzey Cumhuriyet Dönemini simgelemekteydi.

Heykelin en dikkat çekici ama en çok gözden kaçan kısmı ise doğu ve batı yüzünde yer alan kadın figürleri. Doğu bölümünde yer alan yüzü peçeli kadın Osmanlı kadının temsil etmekte peçeli ve yüzü asık mutsuz olarak tasvir edilmiş. Batı bölümünde yüzü batıya bakan ve gökyüzüne dönük kadının ise yüzü gülmekte ve mutlu…  Verilmek istenen mesaj aslında çok net Osmanlıda mutsuz olan kadın Cumhuriyetle beraber artık daha mutlu oldu…

Bu kadın kim diye merak ediyorsanız onu da söyleyeyim. Bu kadın İtalya’ya, Canonica’nın yanına anıtın yapımında yardımcı olmak üzere gönderilen Sabiha Ziya hanımın ta kendisi…

Bu arada Taksim Meydanı’na yapılacak camide de artık yavaş yavaş sona geliniyor. Meydana ayrı bir güzellik kattı. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatı ile yapımına başlanan cami inşallah çok yakında ibadete açılacak…

Sır Kâtibi

Tarihe meraklı dostlarımız için Dr. Ahmet Anapalı Hocam ile birlikte Esenler Belediyesi Şehir Ekranı Tv de “Sır Kâtibi”  ismiyle çok güzel bir program hazırladık.  Bazen mahzenlerde, dehlizlerde, bazen saraylarda, camilerde, bazen sokaklarda tarihin gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen sırlarını sizler için Sır Kâtibinde konuşacağız. Eğer sizde tarihin sırlı dünyasında bizimle beraber gizemli bir yolculuğa çıkmak isterseniz Sır Kâtibi her Perşembe saat 20:00 de Esenler Belediyesi’nin Şehir Ekranı TV” kanlında sizlerle olacak…

Kalın sağlıcakla…