Allah Kelâmı Kur’an-ı Kerim’e dil uzatanlar, O’nun Allah tarafından korunmakta olduğunu nasıl unuturlar? Tarihi seyrine baktığımız zaman Rabbimiz (cc) bununla birlikte, O’nun ezberlenmesi ve yazılması işlemlerini lütfetmiş ve karanlık dimağlı insanlara tarihi bir gerçek olarak göstermiştir.

‘Kur’an’ın ilahi koruma altında olduğunun ayetle sabit olması (15 Hicr 9)  yanında, kulların da bu konuda gerekli tedbirleri alma gayesi ile onun hıfzı ile uğraşmaları, Kur’an’ın günümüze kadar muhafazasında ana etkenlerden birisinin hafızlık olduğundan, daima ezberleyen hafızlar var olmuş, yazılı metinlerdeki Kur’an ile hafızların ezberlerindeki Kur’an mükemmel bir uyum halinde, Kur’an metninin sahihliğinin dayandığı temelleri oluşturmuştur. (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Çev. Mehmet Yazgan, Beyan Yayınları, İstanbul, 2004, s. 585 ve s. 24.)

ALLAH’IN KELÂMI, ALLAH’IN KULUNDA NE GÜZEL!

Allah’ın kullarına en büyük ikramlarından bir tanesi de şüphesiz ki, Kur’an’ın ezberlenmesidir. Rabbinin kelâmını hıfzeden, beyninde muhafaza edip gönlünde iştiyakını taşıyan ve O’nunla hayatını yaşayan bir kula, bundan daha büyük bir nimet verilmiş olabilir mi?

O, Allah kelâmıdır. İnsan da Allah’ın kuludur.

Allah’ın kelâmı, Allah’ın kulunda ne güzeldir tabii ki!

Bu aynı zamanda, Kur’an’ın bir mucizesidir. Hiçbir kitap asla bu hacim ve yoğunlukta insanlık tarafından ezberlenmemiştir.

Ecdadımız, Sahabede olduğu gibi hafızlığa çok önem vermiş hatta “hafızlara abdestsiz el sürmeyin, zira onlar ayaklı Kur’an’dır,” diye iltifat etmişlerdir.

Bir evde bir hafızın olması ne büyük nimet ve lütuf o ev halkına. Allah dilerse onu şefaatçi kılacak yakınlarına. Bu, aslında her Müslüman ailenin önemli bir görevidir. Yavrularından en az birisinin hafız olmasına gayret etmeli ve tabii ki hepsini güzel terbiye etmelidir.

HAFIZ KAVRAMI

Kur’an-ı Kerim’in korunmasını ve muhafaza edilmesini sağladı­ğı için, Kur’an’ın bütününü ezberleyenlere hafız denilmiştir. Kur’an hafızları, Allah’ın seçkin kulları olarak övülmektedirler. Elmalılı Hamdi Yazır; “Sonra Kur’an’ı kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik,” (35 Fâtır 32) ayetini tefsir ederken, ayetin hafızlığa işaret ettiğini şu cümlelerde ifade etmektedir:

“Yani senden sonra ümmetin olan kullarımız içinden, seçip beğendiğimiz seçkin kulları, O’na varis kıldık. Bu şekilde Muhammed Ümmeti en ileri, en seçkin ümmet olduğu gibi, onlar içinde de en seçkinleri, Kur’an’ı ezberleyen kimseler olarak peygambere varis olan bilginlerdir.” (M. Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, sadeleştiren: İsmail Karaçam ve diğerleri, Azim Dağı­tım, İstanbul, ts., VI, 388.)

Kur’an’ı baştan sona ezberleyen kişiye hafız, bu ezberleme işine de hafızlık (Hıfzu’l-Kur’an) denmektedir. (Ebû Nasr İsmail b. Hammad el-Cevherî, es-Sıhah, thk. Şihabüddin Ebû Amr, Dârü’l-Fikr, Beyrut, 1998, c. I, s. 224.)

HADİS LİTERATÜRÜNDE HAFIZ

Çok sayıda hadis ezberleyip hadis nakil ve rivâyetleri konusunu meslek edinenlere de, hadis literatüründe hafız denilmiştir.

Kaynaklarda Buharî’nin 300 bin, Ahmed b. Hanbel’in 700 bin hadis ezberlediği kayıtlıdır. Öte yandan 100 bin hadis ezberleyenlere de hafız denebileceği ifade edilmektedir.

KUR’AN-I KERİM’İN YAZILMASI

Kur’an ayetleri nazil oldukça, Hz. Peygamber (sav) onları ezberlemiş ve sahabeye de tebliğ etmiştir. Sonrasında ilgili ayetleri vahiy kâtiplerine titizlikle yazdırmış, yazılan ayetlerin yüksek sesle okunmasını kâtiplere emretmiş ve eksik, fazla ya da yanlış yazımlara müdahalede bulunmuştur.

Sahabe de kendilerine tebliğ edilen ayetleri yazarak ve ezberleyerek, hem satırlara hem sadırlarına nakşetmişlerdir. Böylece Kur’an en ufak bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir.

MUKABELE USULÜ

Kur’an-ı Kerim’in muhafazası ile alakalı değinilmesi gereken bir diğer husus da, Hz. Peygamber (sav) ile Cebrail (as) arasında her Ramazan ayında gerçekleşen “arza” olayıdır. O zamana kadar nazil olan Kur’an ayetleri, her yıl Ramazan ayında Hz. Peygamber tarafından Cebrail’e (as) okunup arz edilmekte, Cebrail (as) da dinleyip doğrulamakta idi.

Hz. Peygamber’in (sav) vefat edeceği sene iki defa tekrar edilerek yapılan (Buhârî, Fedâil 7) “arza-i ahire”, vahyin geldiği ilk yıllarda, Mekke’de inen ayetlerin, yazı ile tespit edilemediği ve bazı bölümlerin eksik olabileceği yönündeki iddiaları boşa çıkaran bir uygulamadır.

Ramazan aylarında Müslümanların yüzyıllardır devam ettirdikleri mukabele geleneği de sema ve arza olayının hatırasının yaşatılmasıdır. Aynı zamanda sema ve arza tekniği, Kur’an ve kıraat öğretiminde bir usul olarak yerleşmiş, özellikle hicri ilk asırlarda yaygın olarak kullanılmıştır.

KUR’AN-I KERİM’İN CEM EDİLMESİ

Hz. Peygamber’in (sav )vefatından sonra, Yemâme savaşı ve diğer bazı savaşlarda hafız sahabeden bir kısmının şehit olması Kur’an’ın muhafazası konusunda Hz. Ömer’i telaşlandırmıştır.

Kur’an’ın dağınık haldeki yazılı nüshalarının cem edilip toplanması fikrini Hz. Ebu Bekir’e açan Hz. Ömer; “Rasûl’ün yapmadığı bir işi nasıl yapayım?” tepkisiyle karşılaşınca, savaşlarda çok sayıda hafızın şehit düşmesi ve bu sebeple Kur’an’ın muhafazası konusunda endişelerini dile getirerek halifeyi ikna etmiştir.

Böylece Kur’an’ın cem edilmesi vazifesi; vahiy kâtibi olması, Hz. Peygamber’in (sav) son kıraatinde hazır bulunması ve hafız olması sebebi ile Zeyd b. Sabit başkanlığında gerçekleştirilmiştir. (Zürkânî, Menâhil, I, 205; Mennâ’u’l-Kattân, Mebâhis fi Ulûmi’l-Kur’an, Kahire, ts., s. 121.)

Hz. Peygamber’in (sav) vefatından altı ay sonra başlayan ve bir yıl süren Kur’an’ın toplanması, bir araya getirilmesi ve iki kapak arasında yazıya geçirilmesi işi, onun değiştirilmesinin önlenmesi ve korunması bakımından oldukça önemli bir adım olmuştur. (Kozakoğlu Ekrem, Örgün Eğitimle Birlikte Hafızlık Projesi ve Kur’an Eğitimine Katkısı, Yüksek lisans Tezi, Necmeddin Erbakan Ün., sh.34.)

ANLAMADAN KUR’AN OKUMAK

Kur’an okumanın sahabeden itibaren ne kadar etken olduğunu biliyoruz. Zira Kur’an’ın tarifinde “okunmasıyla ibadet edilen” ifadesini görmekteyiz. Bu konuda tutarsız iddialarda bulunan insanlar da yok değil. Yıllardır insanların kafasını; “manâsını bilmeden Kur’an okumanın ne anlamı var, hiçbir faydası yok,” şeklinde karıştıranların olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Bu yanlış yönlendirme, çok büyük bir bozgunculuktur.

Zira hiç bir hadiste ya da sahabeden gelen hiçbir söz ve uygulamada, manasının anlaşılma zorunluluğu asla geçmemektedir. Tabii ki anlamanın güzelliğinden bahsetmek, onun asli lisanını öğrenmeyi tavsiye etmek ayrı bir güzelliktir. Ancak bunu söyleyenler, kesinlikle dışarının maşaları olarak bu ifadeyi dile getirmişler ve insanları Kur’an’dan uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Zira öteden beri dedelerimiz, Kur’an okunduğu zaman öylesine edep takınmışlardır ki, gerçekten hayret edilir. Bu, aynı zamanda onların,  Kur’an’ın şu ayetine riayetini göstermektedir:

“Kur’an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin!” (7 A’râf Suresi 204).

Halbuki anlamasa da, günlük vird olarak Kur’an okuyan nice insanlar, onun ahlâkıyla ahlâklanmışlar, Kur’an’ın manevî terbiyesini almışlar ve O’nunla huzur bulmuşlardır. Bu, asırlar boyu böyle olmuştur. Zira O, Allah’ın kelâmıdır, yüce Rabbimizin mübarek sözleridir. Bunun için O’nu okuyan, Rabbi ile konuşmuş olur. O’nun bir adı da Zikir’dir ve kul okuyunca Allah’ı zikretmiş olur.

KUR’AN ABDESTLİ OLARAK ELE ALINIR

Ne acıdır ki, evvelki yazılardan beri bahsettiğimiz bozguncular, Kur’an-ı Kerim’e abdestsiz dokunulabileceği, abdest almadan da okunabileceğini yıllarca dile getirmişler ve maalesef O’nun saygınlığını bu ifadelerle de zedelemeye çalışmışlardır.

Halbuki İslam tarihinde, Allah Rasül’ünden itibaren O’na hep abdestli olarak eller uzanmış, gereken hürmet gösterilmiştir. Zira bunu dile getiren ayet-i kerime ve hadis-i şerif de açıktır.

Bu husustaki fetva şöyledir:

“Kur’an-ı Kerim’in, ezberden abdestsiz okunabileceği konusunda bir ihtilaf yoktur. Bununla beraber, Allah kelâmı olduğundan, ezberden okunduğunda da abdestli olunması, bazı âlimler tarafından tavsiye edilmiştir (Nevevî, el-Mecmû‘, II, 69). Ancak, Kur’an’a abdestsiz olarak dokunulamayacağı ve Kur’an’ın abdestsiz taşınamayacağı konusunda mezhepler ittifak etmiştir. (Bkz. Merğinânî, el-Hidâye, I, 33; Nevevî, el-Mecmû‘, II, 65; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 108). İbn Kudâme bu konuda Dâvud ez-Zâhirî’den başka muhalif olanın bilinmediğini ifade etmektedir. (İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 108). Bu görüşün delili “Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir,” (Vâkı‘a, 65/79) âyetiyle beraber, Hz. Peygamberin (s.a.s.) Amr b. Hazm’a gönderdiği mektupta yer alan “Kur’an’a ancak temiz olan dokunsun,” (Muvatta, Kur’an, 1) hadis-i şerifidir.

Yukarıda verilen deliller çerçevesinde ilk dönemden itibaren Kur’an’a abdestsiz olarak dokunulamayacağı konusunda ümmet arasında ortak bir kanaat ve bir nevi amelî sünnet oluşmuştur. Kur’an’ın Allah kelâmı olmasından hareketle, abdestsiz dokunulmaması, ona gösterilmesi gereken saygının bir gereği olarak görülmüştür. Bundan dolayı, Kur’an’ın abdestsiz olarak ele alınmasını ve taşınmasını, eğitim ve öğretim durumunda olduğu gibi, ancak mazeret durumlarına hasretmek gerekir.” (DİB, Din İşleri Yüksek Kurulu)