Fildişi kule ne güzel memleket! Ne bombalar patlar orada halkın üzerine ne de Allah diyen çocuklar katledilir. İffetsizin kanından namus akar, “aydınlığın’’ ruhundan irin. Kulenin tutsakları hiçliğin padişahı, muhafızlar fikrin eşkıyalarıdır. Fildişinden zırhlar kuşanır, hakikati doğrarlar kılıçlarıyla. Bâtıl; taş kalpli miğferlerdir. Süngü; umursamazlık. Vicdan, fahişe mızraklarla delinir hokkabaz kulesinde.

Sanatın rolü doğayı taklit etmektir der eski Yunan. Sanat, doğayı oynar. Doğayı; yani bizi… Sanat, gerçeğin taklidini ne kadar iyi kurgularsa o denli mesafe kat eder tekamüle. Sanatta olgunluk, üretmekte değil yansıtabilme kudretindedir. Ne sanat yaratabilir hakikati ne de sanatçı. Sanat, yaratılanın aynası; sanatçı, aynayı tutan hamaldır.

Aydın, inzivaya çekilerek yutar irfanı. Kabul edilebilir bir durum. Çünkü her inziva, daha güçlü bir geri dönüşün habercisidir. Zaten aydını insan yapan gizlendiği mağaradır. Bayatlamış karanlığın üzerine taze güneşlerin ışıkları biner; sabırla ve sürekli… Mağara, beslediği aydına böyle bahşeder aydınlığı. Fakat hakiki aydın aslî rolünü asla unutmaz. Zamanı gelince fildişi kulesini yırtar ve saklandığı mağaradan fikir çığlıklarıyla kaçar.

Bizde; ne sanat aynadır ne de sanatçı hamal. Aydının mağarası yoktur. Bu yüzden bakidir cüceliği. Çünkü aydını devleştiren; mağarasıdır. Kısırdır aydın. Çukurdan seslenir çizdiği karanlığa. Ne aydın bilir bizde vazifesini ne de sanatçı.

Farazi, gâvur bir tuvalet kâğıdı üreticisini yad etmeyi unutmaz. Fakat seyyareler yıkılsa Müslüman’ın üzerine, kaale almaz. Çünkü o, en başta kendini tanımaz! Vicdan, tenezzül gerektirir. O, vicdan duygusunun vereceği haysiyete, haysiyetsizliği gereği tenezzül etmez.

Kadın, onun çıkarlarına göre ya ahbes zevklerin maşası olur ya da zulmün cariyesi.

Müslümanın katledilişine temizlik der mesela…

Polis parçalayan bombalara cezai kırbaç adını takar…

Kan, onun lügatinde; pislik kusucu ideolojileri saran bir “bilekçe’’dir. Yahut uğruna mukaddesler satılan rantların bedeli…

Çocuk, çocuk değildir onun için. Fikrinin kölesi olunca yakaya takılan samimiyetsiz bir “unutmayacağız’’ rozeti, olmayınca ise teröristtir!

Onun mantığında devlet, boyun eğince devlet; millet, öz kimliğine tükürünce millettir!

Velhasıl fildişi kule, ulvî hastalıkların tedavi gördüğü ve yüksek şifaya çevrildiği hastahânedir der Üstad. Bizde, (güya) aydın ve (maalesef) sanatçı takılan zümrenin görünürde kendini kapattığı fildişi kule; temelinden çürümüş fos ve vasıfsız bir kireç yığınından ibarettir. Haliyle ne şifahanedir ne de ışık saçan bir fener. Ve bu zümre, fikir iliğini kurutucu bir zillete yakalandığı halde, hastalığını inkâr eden nikbin ve huysuz bir ihtiyarlar topluluğudur. Ne kendine faydası vardır ne ondan medet umanlara.

-Ne âlâ memleket!