Biri Kocaeli, diğeri Mersin’de gerçekleşen iki olaydan, utanç olarak yeter de artar diyebileceğimiz iki hadiseden bahsetmek istiyorum.

Geçtiğimiz haftalarda arka arkaya gerçekleşen olayın ilki Kocaeli’de vuku buluyor.

Vail es-Suud isimli, henüz 9 yaşlarındaki Suriyeli mülteci bir ailenin çocuğu kendisini mezarlığın kapısına asarak hayatına son verdi.

İnanması dahi güç.

Hayatı hakkıyla kavrayabilecek yaşa dahi ulaşmamış bir çocuğu intihara ne götürebilir?

Kullandığımız ötekileştirici dilin bu hadisedeki payı nedir?

Bir çocuk kendini neden asar?

Bir yavrucak kendi hayatına son verecek kadar ne yaşamış olabilir?

Çok üzücü.

İkinci olay Mersin’de gerçekleşiyor.

Mersin’de çocuklar arasında çıkan bir kavgada -ki çocukların kavga etmesi kadar doğal bir şey olamaz- ve akabinde gelişen hadisede Ürdünlü bir kadına ve çocuğuna reva görülen vicdanları inciten cinstendi.

Nefretle dolu adamın, Ürdünlü çocuğun suratına indirdiği tokadın acısını yüreğimizde hissettik.

Gözünü kin bürümüş adamın, çocuğun annesini itmesinin ve ‘defolun buradan’ diye bağırmasının o annenin yüreğinde oluşturduğu yıkımı düşünebiliyor musunuz?

Hangi anne şefkati ve merhameti yavrusuna o denli bir tokadın atılmasını sineye çekebilir.

Bize sığınan masumlara neden bu kadar acımasız olduk?

Ne ara bu derece nefretle dolduk?

Ne oluyor bize?

Biz böylemiydik?

Ne idik, ne olduk?

Nereye gidiyoruz?

Bize sığınmış savunmasız bir kadınla, ilgi bekleyen bir çocukla, yardıma muhtaç bir yaşlıyla, bir ihtiyaç sahibiyle ekmeğimizi, toprağımızı, sevgi ve ilgimizi paylaşmakla ne kaybederiz?

Bu insanları zaten yabancısı oldukları bir toplumda neden daha da ötekileştiririz?

Türkiye’deki Suriyeli ya da diğer ülkelerden gelen mültecilere karşı oluşan nefretin sebeplerini iyi araştırmak lazım.

Elbette devletin de mültecilerin toplumsal uyumunu ve sosyalizasyonunu sağlamada büyük ve önemli görevleri var.

Bu hakkıyla sağlanamadığında ötekileştirme ve sığınmacıları sorun olarak görme anlayışı gelişiyor ve onlara karşı olumsuz davranışlara evriliyor.

Ama en az bu derece önemli olan diğer bir husus, sorumluluk sahibi siyasilerin, toplumu bilgilendiren basın yayın organlarının, yazar-çizerlerin kullandıkları sorunlu dil.

Büyük sorumsuzluk örneği gösteren siyasi yetkililerin Suriyeli mültecilere dönük nefret ve dışlayıcı dili,isterse muhalif olma saikı ile söylenmiş olsun, olayın vahametini hafifletmez, yıkıcı ve yok edici etkisini bu iki hadise de görmek mümkün.

Suriyeli mülteci Vail es-Suud’u intihara götüren dışlama ve Ürdünlü çocuğa atılan tokada katkısı olan,bunlarda vebali olan söyleme ve tavırlara veyl olsun.

Bizi biz yapan, özümüzü yansıtan kodlara yeniden dönmeliyiz.

Yoksa bu yıkıcı dil bizi bitirecek, birbirlerine dahi tahammülü olmayan, kendisine dahi yabancılaşmış bireylere dönüştürecek.