‘Yılda bir defa Müslüman’a sabrı, kanaati, halden anlamayı ve şükrü anımsatan açlık; maddi manevi tüketim alışkanlıklarını durdurur. Sınırlanma, dirilişe yönlendirir ruhu. Bencil, egoist, savurgan karakter çatısı açlık ile terslenir. Müslümanı sakinliğe ve hassasiyete davet eden Ramazan orucu, davranış ve eğlence modelini değiştirerek, aktif kılar manevi değerler tablosunu.

Müslümanca duruşun üzerindeki ölü tabaka Ramazan’ın rahmet, mağfiret ve af kapısı ile sıyrılır.

Son yılların yardım geleneği, İslam inceliğinin bir hayli uzağında. Sessiz gürültüsüz bir el uzanmalı düşkün omuzlara, rencide etmeden, ihtiyaç karşılayan bir el. İslamın inceliği bunu gerektirir çünkü. İçinde makarna, bulgur olan yardım kolileri, adet yerini bulsun misali- ya da içi rahatlatma mı bunun adı. Kendi yediğini paylaşmanızdır yardım. Bir de bayramlık aldık diye o çocukların, objektifle buluşturulması yok mu? Minik kalplerin, milyonlarca insan tarafından, düşküne yardım diye ifşa edilmesi yaranın en derin hali! Kul hakkına riayet edenlere.

Ve Arife günü “Ölüm var ey insan!” nidası ile karşılar kabristanlar ziyaretçilerini. Oradaki değişik hava ve sessizlik bir ibret tezgâhı ve insan kendini, kendinde tartar o kısa zaman diliminde.

Çocukluğumuzun bayramlarında ne kırgınlık, küslük vardı. Birlik ve beraberliğin, bir arada oluşun verdiği güçle şenlenirdi yüzler. Bayramda evlerin olmazsa olmazı gül kokusu, birbirinden değişik tatlıları, elde işlenmiş seccadeleri ve kapıda hazır olan misafir terlikleri. Mahallenin, köyün büyükleri tek tek ziyaret edilip, dualar alınırdı. ‘El öpenin çok olsun’ sözü, hepimizin içine işlemiş bir sözdür.

Ne yazık ki modern sistemin, tüketim teşviklerinden bayramlar da nasibini aldı. Ev halkı tatil hazırlığına başlıyor birkaç gün öncesinden. Sonra da bayram ve çocuk dediğimizde, boyunlar bükük kalıyor. Elinde tableti, cep telefonu olan gençlik, bayram sabahının huzurundan uzakta bir yaşam sürüyor.

Telefondan büyükler, görüntülü aranıyor el öpme ihtiyacı hissedilmeden. Aynı binadaki dostlar- komşular İnternette güllerin- kalplerin üstüne yazılmış bayram mesajları ile bayramlaşıyor. Kimisi de duruma koyuyor, camili e kartları. Ne kadar donuk ne kadar yüzeysel olmuşuz değil mi uzaktan bakıldığında?..

Evlerimize, bulunduğumuz yerlere hapsolduğumuz bu pandemi sürecinde; bayram, daha sessiz daha kendi içimizde geçecek ama bir farkla; tercihsiz yalnızlığımızda, kaybettiğimiz değerleri hatırlayacağız bol bol iç muhasebe yaparak.

Çocukluğumda bayramları, köyde dede ve babaannemin yanında geçirirdik. Namazdan çıkanlar bize gelir, büyük yer sofraları kurulur, dualar edilirdi. Öğleden sonra şeker toplayacağız diye evden izin alır, bayram gününe özel kurdurduğumuz tahta salıncak için, arkadaşlarla buluşur, eğlenirdik. Büyükler ölünce bayramların tadı da değişti. Eski samimiyetleri, o kalabalık sofraları özler olduk. Toprağa dokunmayan, ağaçlara çıkmayan, büyüklerine su dağıtmayan, el öpmesini bilmeyen bir nesil yetiştirdik. Bu sıkıntılı süreç bittiğinde baba topraklarına döneceğim diyen çok kişi var. Köy, bahçe yaşamına ve eskinin edep ve adabına.

Büyük şehirlerin soğuk havasından, tüketim çılgınlığından kurtulup, sadeleştiğimizde geri gelecek eski bayramlarımız.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Abdurrahim Karakoç: “Mağdurlar, mazlumlar ersin felaha /Vuslata varanlar varsın bir daha/İrfan tohumunu gece, sabaha eksin/Bayram olsun bayramlarınız.’’