Allah’ın insana bahşettiği, hayatın ve onun ilerlemesinin, gelişmesinin olmazsa olmazlarından biridir “kurgu” yeteneği…

“Hayal kurmak” deriz ya; işte bu sayede oluşur etrafımızı saran insan yapımı şeyler; önce teoriyi kurar sonra görece makul ve mantıki tutarlılığı olanları hayata geçiririz…

Hayaller ya da kurgular her zaman makul olana çıkmaz ne yazık ki; hayatın akışıyla uyumsuz, “absürt kurmaca”ları da ciddiyetle ele almak zorundayız…

Hele de bu “absürt kurmaca”ların sahipleri bir toplumun siyasetinde -öyle ya da böyle- söz sahibi olabilmiş şahıslarsa bu çok daha büyük bir önem kazanır; toplumun değerler örgüsünde tahribata yol açtığı/açacağı için…

Hatta Absürdizme varan kurmacaları kastediyorum; ama Soren Kierkegaard ile beliren, Albert Camus’uyla “Sisifos Söyleni” kitabında daha çok gün yüzüne çıkan bir Absürdizmi (Saçma, uyumsuzluk felsefesi) değil elbette…

Bu teoride gönderme yapılan mitolojik karakter Sisifos, tekrar aşağı yurvarlanacağıni bile bile kayayı tepeye çıkarmaya çalışır; bu kaya metaforuyla, insanı hayata bağlayan ve insanın tanrılara tevekkülüne/teslimiyetine delalet eden bilinçli bir “uyumsuzluk” tasvir edilir aslında…

Neyse, biz absürtten bile bir teori çıkaran Batı felsefesinden ziyade, hiçbir mantık örüntüsü taşımayan, hatta var olanı da derinden tahrip etme gayreti içerisindeki kendi siyasi absürtlerimize dönelim; çünkü burada “saçma” gerçekten saçma olarak beliriyor…

Bir toplumun geleceğini kurgulamak, bilim insanları kadar siyasetçilerin de görevidir…

Hatta siyaset, kanun yapma yetkisini elinde bulundurduğu için diğer bütün sahaların yolunu açma ya da kapatma gücünü elinde tutar…

Bu gücüyle gelecek adına iyi bir kurgu oluşturamayan siyaset, her şeyin yolunu tıkayıp toplumu fasit bir daireye hapsedebilir…

Bu yüzden insanlık “demokrasi”yi, iktidarı körleşmekten kurtaran, muhalefeti olan bir siyaset biçimini geliştirdi…

Çünkü tarihte genellikle yozlaşan taraf iktidarlardı…

Fakat bizim bugün yaşadığımız örnek ne yazık ki bana daha çok muhalefetin yozlaştığını ve absürt kurmacalarıyla iktidarı oyalayarak “iş yapamaz” hale getirmeye çalıştığını düşündürüyor…

Muhaliflerin benimsediği ve insanlara telkin etmeye çalıştığı şey, “İstediği her şeyi yapmaktan ibaret, çürümüş bir özgürlük çeşidi”dir…

Toplumu bu türden çürümüş bir özgürlüğe alıştırmaya çalışanlar -eğer mümkün olursa tabi- belli ki şunu hiç hesaba katmıyorlar: Bu, kendi iktidarlarında da başlarına “bela” olabilecek en kötü özgürlük biçimidir…

Muhalefetin bugünden böyle bir absürtlüğün içine düşmesi, her türlü değeri kendi amacı uğruna feda edebilecek olan pragmatizmle dahi izah edilemez…

Bu, olsa olsa Jacques Derrida’ın, “Logos’un sökümü” diye ifade ettiği, bilginin darmadağın halidir…

Kılıçdaroğlu’nun “Sözde Cumhurbaşkanı” ifadeleri işte tamda absürd/saçma olanın ete kemiğe bürünmüş halidir…

Evet, biz zaten biliyorduk bu topraklarda siyasetçi olmanın Alexis de Tocqueville’in dediği gibi; “Sert okulda siyasal eğitim almak” olduğunu…

Fakat bu denli nihilist, hukuk ve töretanımaz, sınırsız olarak -hatta şiddeti ve terörü bile övecek kadar- ileri gidebileceğini de, “Siyasal Absürdizm” ile öğrenmiş olduk…

Bu yeni dille -kullandığı yeni yöntem ve yalan stratejilerini dâhil- mücadele etmek iktidar için oldukça büyük bir siyasal eğitim olacak…

Bir toplumsal durumu oluşturan temel unsurlar inançlar, olgular ve beşeri yasalardır…

Bir siyasetçinin ya da bireyin -hangi konumda olursa olsun- “bir kuvvet olarak halk”ın önünde kimliğinin tanınması, yukarıda ifade ettiğim, toplumun uzlaştığı temel unsurlar sayesindedir…

Eğer bir makam ya da o makamı temsil eden şahsiyet, gücünü bu unsurlardan almış ise bunu yok saymak, “sözde” diyerek itibar suikastı düzenlemek, en hafif ifadeyle hukuk tanımazlıktır…

Bu hukuk tanımazlık muhatabına asla zarar vermez; ona bu yetkiyi verenler geri almadığı sürece…

Lakin en hafif tarafıyla sözün sahibini “hukuk tanımaz” yapar; meşruiyetini veren bütün değerler sistemini hedef aldığı için de kendisini sorgulatır…

Bir muhalefet lideri sırf kendi partisini oldukça zora sokan, yüz kızartıcı taciz ve tecavüz olaylarından kurtulmak adına bu denli bir kurmacanın içine neden düşer?

Bu ahlaksızların arkasında olmadıklarını ifade etmek gibi daha onurlu kurtulma yoları dururken…

Bu “siyasi bohemlik” elbette gereken cevabı er ya da geç iradenin gerçek sahibi olan seçmenden alacaktır; kendisini “yok” sayanlara, “yok” saymanın nasıl olduğunu göstererek…