Alef, bir internet platformunda yayınlanan polisiye bir dizi. Elbette içinde LGBT propagandası barındırıyor. Artık iş çığırından o kadar çıktı ki propaganda; dervişler, tasavvuf üzerinden yapılıyor! Biz, alakamız münasebetiyle diziyi sinematografik açıdan değil, tasavvufi bağlamda yapılan hatalar üzerinden inceleyeceğiz. Alef, senaryo olarak gayet iyi bir polisiye ama oryantalist bir kalem. Öncelikle İsmail Maşuki, pir değildi. Bayrami-Melami’ydi. Dolayısıyla Maşukiler diye bir tarikat kolu hiç olmadı. Maşuki, vahdeti mevcut anlayışına sahip değildi. Vahdeti mevcut, Tanrı’nın doğa olduğu inancı, panteizm. Zaten dizide de panteist tabiri kullanılıyor. Bu zırvadan sanırım kurtulamayacağız. Maşuki, elbette vahdeti vücut anlayışına sahipti. Tanrı, haşa “doğa” değildir. Doğa, insan için yaratılmıştır ve Allah’ın esmalarının tecelligahlarından biridir.

Biz, panteizme karşılık; aşkın varlıktan, varlığından taşmasından bahsederiz. Ek olarak dizide “tasavvuf dini” ibaresi geçiyor. Tasavvuf, bir din değil; İslam’ı hikmet üzere yaşama çabası. İsmail Maşuki yaşarken olduğu gibi idamından sonra da durulmayan bir su. Tartışması bitmiyor. Oğlan Şeyh, Kurban İsmail.. İdam edildiğinde 23 yaşındaydı, bir rivayete göre 21… “Zındıklıktan” idam edildi. Osmanlı’da şer’i nizamı korumak amacıyla bazen sert tedbirler alınmış, bazen de kadıların farklı niyetlerinden dolayı idamlar gerçekleşmişti. Maşuki, iddialarda bahsedilen birkaç cümleden anlaşılamaz. Örneğin, insanın kadim olduğunu söylüyor. Bu, şeriata aykırı bulunuyor. Ehlullahın sözlerinin manasını kavramak için şerh elzemdir. Bu, yazımızın sınırlarını aşıyor. Dileyenler “İnsanın Kadimliği” başlığındaki yazımı okuyabilirler. Mahkemesi üç gün sürüyor, ne yazık ki mahkemede yaptığı açıklamalar günümüze ulaşmadı, ulaşsaydı sözlerinin bir nevi şerhini okuyabilecektik.

Bir diğer iddia, zinanın günah olmadığını söylemesi. Oysa Maşuki, burada bir ironi yapmış fakat cümle, konuşmasından kırpılmıştır. Maşuki, insanın topraktan yaratılmasının bir evre/süreç/mertebe olduğunu, hakikatte Allah’ın üflediği ruh olduğunu, kadim olduğunu, toprağa takılanın görüntülerden kurtulamayacağını anlatırken; direnenlere “madem öyle, zina dediğiniz de toprağın toprağa değmesinden ibaret olur” demiştir. Cinselliğin hikmetini, zinada hikmetin değil nefsin olacağını anlayanlar demek istediğini de anlar. “Biz cennetinize merkebimizi bile bağlamayız” derken cennet amacıyla namaz kılanları eleştirmiştir. Hepsini yazıp açıklasak yazı çok uzar. Vaazlarındaki coşkunluk, kendisine hayran olan insanların ve özellikle askerlerin artması zaten devlet ricalini endişelendirmişti. Ebussuud Efendi’nin genç ve hırslı olması da etkendi. Üç gün boyunca onu sıkıştırmışlar, adeta tuzak kurmuşlardı.

Ebussud Efendi, 1567’de yine bir zındıklık soruşturmasında baş vezire yolladığı mektupta “Ben, Oğlan Şeyh’in katledilmesi işinde, alışılmışın dışında çaba gösterdim, oturumu uzattım. Mevlana Şeyhi Çelebi, dinsizliğine hükmetti” şeklinde yazmıştı. Kırk yıl sonra dahi konuyu ona getirmesi vicdan azabının göstergesiydi çünkü yalan söylüyordu. Çelebi’den daha yüksek rütbeliydi, idamı için uğraşmıştı. Kaldı ki fetva mektubunda “İsmail Maşuki haksız yere öldürüldü diyen öldürülür” yazmayı ihmal etmemişti! Kaldı ki Bosna’dan gelen Hamza Bali sorusunda, Ebussuud soruşturmaya bile gerek görmemiş, Maşuki’dense öldürün demiştir. Bununla da yetinilmemiş, başı ve gövdesi ayrılarak denize atılmıştır. Beraberinde 9 müridi daha katledilmiştir.

“Ben kendi kanıma susamışım. Yaşayıp hayatı tattım, ölümü de tadayım” diyen Hz. İsmail Maşuki’yi dizeleriyle anıp ruhuna Fatiha okuyalım: “Suretinde biz ki Hakk’ın suretin gördük ayan/ Men edemez bizi Hakk’dan zahidin efsanesi!” Huuu!