Stockholm Sendromu’nu mutlaka duymuşsunuzdur. Duymadıysanız özetleyeyim:

Stockholm Sendromu = Rehinenin kendisini rehin alan kişiye duygusal olarak bağlanması, kendisini onun yerine koyması ve kendisini rehin alan kişiye yardım etmesidir.

Türkiye’deki muhafazakâr camianın Stockholm Sendromu’na benzer bir sendrom yaşadığına inanıyorum. Nedenini nasılını müsaadenizle izah edeyim. Öncelikle bizi rehin alanı tanıyalım…

Millet olarak yaşadığımız travmayı, şiddeti, maruz kaldığımız baskıyı hatırlamak için yüzyıl geriye Çanakkale’ye gidelim…

Yüzyıl önce 7 iklimden çıkıp gelerek var gücüyle Çanakkale’ye yüklenen Batılı emperyalistlerin hedefleri nelerdi?

Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak,Hilafeti ortadan kaldırmak,Anadolu’da, batıya bundan sonra sorun teşkil etmeyecek bir Devlet kurmak,Osmanlı himayesinde oldukları için bugüne sömüremedikleri petrol zengini toprakları ele geçirmek.

Milli mücadelede ülkemizden “çıkarıp attık” dediğimiz Batılı emperyalizmin, yukarıda saydığım hedeflerin tamamına tek kurşun atmadan ulaştığını anladığımız anda rehin alanın kim, rehine olanın kim olduğunu anlamış oluruz.

Evet, millet olarak yüzyıl önce ülkemizi işgale gelmiş, fiziksel işgalde başarılı olamamış fakat zihinsel işgalde son derece başarılı olmuş İslam düşmanı Batılı emperyalist zihniyetin rehinesiyiz.

Türkiye’de sol, işte tam da bu zihniyetin taşeronudur. Eli sopalı bekçisidir, vekilidir, hizmetçisidir. Öteden beri Batılı emperyalistler Türkiye’yi kendi hayallerine göre dizayn ederken, ruhunu işgalciye satmış bu kullanışlı taşeronu kullanmıştır.

Şimdi bu “Stockholm Sendromu’nu sol mu yaşıyor yani?” diyeceksiniz…

Hayır hayır, aksine…

Vekil aslı gibidir.

Batılı emperyalizmin vekili olarak onlar bizzat bizi rehin alanlardır…

Stockholm Sendromu’nu biz muhafazakârlar yaşıyoruz!

Nasıl mı?

Anlatayım…

Allah demeyi yasaklayacak kadar İslam düşmanı olan bu zihniyetin, muktedir olduğu dönemlerde darağacına çektiği Müslüman’ın sayısını bilen yok…

Elinde güç varken Devlet eliyle İslam düşmanlığı yapan bu zihniyet, bugün bu düşmanlığı medyası ve siyasetçileri ile yapıyor. Dün Müslümanlara yağlı urgan hazırlayan eller, bugün Müslümanları sosyal medya üzerinden linç ediyor, kin ve nefretlerini gazetelerinden, bloglarından kusuyor.

Bizim yaşadığımız Stockholm Sendromu ise, onlar kimi hedef gösteriyorsa biz onu yalnız bırakıyoruz, kimi linç ediyorlarsa görevden alıyoruz, kimi hedef tahtasına oturtuyorlarsa sırt çeviriyoruz. Dün İskilipli Atıf’ı hedef alan bugün Nurettin Yıldız’a, Ebubekir Sifil’e, Ebubekir Sofuoğlu’na, Selman Öğüt’e, İhsan Şenocak’a kalem çeviriyor. Bu profillerin tamamı hatasızdır diyemeyiz ama tamamı bizden, tamamı bizimle aynı safta duran, aynı hedefleri güden insanlar. Onlar linç edilirken, biz linç ediliyoruz, onları yalnız bıraktığımızda aslında kendimizi yalnız bırakıyoruz. Ve bu insanlar camiaları ile birlikte küserken aslında kendilerine küsüyorlar…

Yapmayalım!

Bu yaşadığımız İstanbul Sendromu’dur, bize diş bileyen, elinde güç olsa bizi yeniden darağacına çekecek zihniyetin aramıza attığı fitnedir.

Bizi kendilerinin bitiremeyeceğini anlayanların, bizi bizim elimizle bitirme girişimidir.

Ne diyordu bu konuda Efendimiz (sav):

“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. ( Buhârî, Mezâlim 3)