Allah rahmet eylesin. Muhsin Ertuğrul sorunlu adamdı. Tiyatro ve sinemamızın ‘tek adam’ıydı. Düşünsenize, bu ülkede 15 sene kadar Ertuğrul’dan başka kimse film çek/e/medi. Zaten tiyatrocuydu kendisi ve sinemaya etkisi de bu boyutta kaldı. 1940’larda ancak tek adam diktası sona erdi ve sinema filmi çekilmeye başlandı.

Bunun bilinçli bir durum olup olmadığı meselesi tartışmalı. Fekat bir tekel ve tek adamlık kendisini gösteriyor. Kuvvetle muhtemel dönemin siyasi ve toplumsal mevcudiyetinin yansıması bu.

Bu ahval şerait içinde ancak 1950’lerden itibaren Türkiye’de ‘sinemacılar dönemi’ başlıyor. Yeşilçam da böyle doğuyor.

Beyoğlu bölgesinin Taksim’e yakın bir kısmında yer alan sokağın ismidir Yeşilçam. İlk film şirketlerinin çoğunun ofisi bu bölgede olunca Türk Sineması da Yeşilçam diye anılmaya başlanmış.

Belki her ülke sinemasında olduğu gibi Yeşilçam da ‘merkez sinema’yı temsil ediyor. Yani küresel bazda Hollywood’ın amiral gemisi olduğu sistem…

Lakin yerel bazı nitelikleri, Yeşilçam’ın bazı dönemsel etkileşimleri, Türkiye’de yapılan her filmi içerisine almayacak derecede bu alanı daralttı. 90’lara kadar belki Yeşilçam diye bir şeyden söz edebilirdik. Fekat artık kimse bundan bahsetmiyor.

Peki, neden?

Eğer öldüyse, bu devam eden ne?

Öncelikle şunu söylemeliyim; Yeşilçam ölmedi, televizyonda yaşıyor. Bir manada sinemadan televizyona transfer oldu. Yeni muhiti ise diziler. Zaten televizyon dizilerinin ülkemizde etkili olmaya başladığı dönem ile Yeşilçam’ın artık beyazperdeye vedaya hazırlandığı dönem aynıdır. 80’lerin sonu, 90’ların başı, her bakımdan ülkemizde dönüşüm yaşanan süreçtir.

İyi de bu nasıl olur? Bir sinema anlayışı televizyona nasıl geçiş yapar?

Bu bilinçli bir şey değildi. Tek sebep, Yeşilçam’ın genel nitelikleriydi.

1950’lerde başlayan sinemacılar dönemi ile ülkemizde sinema üretimi ve arayışları çeşitlendi. Gecikmiş bir çoğalmaydı ve beklenen/beklenmeyen çok şey yaşandı.

Sinemanın alaka görmesi, salonları dolduran izleyicinin beğenisi, yapımcının faydacı tutumu ve sinema tarihinin doğal akışı Yeşilçam’ın sinemasal manada ayaklarını yere basmasını hep engelledi. ‘Sabun köpüğü’ denen tarzda filmler fazlasıyla yapıldı. Fazlasıyla diyorum, zira Metin Erksan’dan Yılmaz Güney’e kadar sinemamıza şekil veren en önemli isimler bile ‘piyasa işi’ yapmak zorunda kaldı. Ve bu fazlalık, Yeşilçam ile beyazperdenin arasını açtı.

Fazlasıyla roman uyarlaması, melodramların çokluğu ve birbirini tekrar eder şekilde perdeye çıkması, Yeşilçam’ın genel karakterini oluşturur hale geldi.

Belki de bu yüzden 80’lerin başından 90’lara kadar ciddi bir süre film üretimi nicelik ve nitelik açısından nadasta bekledi. Yavuz Turgul’un Eşkıya’sı ile yeniden canlanana kadar sinemamız, ekserisi taklitçi ve kendinden bîhaber aydın geçinen isimlerin elindeydi.

Elbette 60, 71, 80’de yaşadığımız darbeler memlekette her şeyi etkilediği gibi sinemayı da etkiledi. Toplumsal her meseleden etkilenen sinemanın bu şekilde yönlenmesinde darbelerin etkisini de not etmek lazım.

Bütün bu notlar üzerine Yeşilçam’ın televizyon dizilerinde nefes alabilecek hale gelmesi biraz olsun anlaşılır oldu sanırım. Tespitlerimde suçlama yok. Sadece manzarayı ortaya koyuyorum. Televizyon denilen kitle iletişim aracının, bir başka kitle iletişim aracından transfer yapmış olması piyasa şartları açısından gayet anlaşılır.

TV dizilerinden şikayet edelerin (ya da bazılarının sevdiği yanların), Yeşilçam’ın bir zamanları özelliklerine benzemesi manidar. Diziler artık sadece reytingi gözeterek, yıldız oyuncu merkezli, bolca uyarlama ve birbirini tekrar eden şeylere döndü. Dizi izlemek de -genellikle- ‘kafanı dağıtıyorum, eğleniyorum, yorgunluğumu atıyorum’ savıyla tercih edildiğine göre, bir Yeşilçam hayaleti olarak televizyonların tabut vazifesi görmesi de şaşırtıcı olmasa gerek.

Peki, Yeşilçam filmleri sıcak ve samimi değil miydi? Evet, bunu inkar etmek mümkün değil. -Hala yaşayanları- elbette samimi bir dildeydi. Fekat kısmi samimiyet, bütüncül manzarayı değiştiremiyor maalesef (zaten samimiyet denen şey bir miktar da nostalji ve hatıra etkisi değil mi?)

Yeşilçam öldü diyemiyorum özetle. Yaşadığına dair emareler televizyon dizilerinde.

Yeşilçam beden değiştirerek aramızda dolaşıyor diyebilirim.

Yani ne Fâtihâ, ne şifa duası…

Yeşilçam, kendi gövdesinden yapılmış darağacında tanımadığı bir celladı bekliyor.