Medya, toplumda parsellenmiş düşünceleri emer ve onları bir karaborsacı mizacıyla cemiyetin algı mekanizmalarına taksim eder. Dağıtım süreci, elbette medya kanalını kullanan algı hipnotizmacılarının kendi keyfî doğrultusundadır.

Mesela -klasikten moderne- medya perspektifinde düşünce ve ifade özgürlüğündeki mahalle baskısını ele alalım. Medya perspektifi diyorum çünkü modern dünyada içtimaî düşünce; irdeleme-tartışma-hayata geçirme zeminini medya mecralarında yapılandırıyor.

Peki bize aktarılan ne?

Baskı gören kim?

Hangi hâkim fikir, tahakküm ile mücadele içinde?

Şurası net: Cemiyeti fikirler yönetir. Malum, fikir dediğimiz; bütün eklemleriyle rengârenk bir derya… İrtica-Modernizasyon yelpazesinde yüzlerce düşünce sisteminin esamisi okunabilir. Fakat medyayı barut niyetine kullanan, markalaşmış, sözde özgürlükçü mihraklar; öncelikle küresel sermayeyi döndüren, materyalist düzlemde kümelenmiş ve uhreviyatı yok sayıcı ideolojileri esas alır.

Nitekim medya unsurları üzerinden gittiğimizde, mahalle baskısının aslında düşünceye değil, düşüncenin eğilimine odaklandığını görüyoruz.

Belki şöyle anlatılabilir:

Anarşist bir duruşun var diyelim. Dini toplum gelişimine engel görüyorsun. Hatta onu en iyi sen biliyor, sürekli dinin sömürüldüğünü düşünüyorsun. Batı’nın omuzları en romantik hayalin. Kandırılanların yalnızca karşındakiler olduğuna inanıyorsun. Dolayısıyla zor olanı seçerek yandaşlığı iteliyor, dik bir duruş sergiliyor ve bütün kısıtlamalara direnmiş oluyorsun…

Oysa bu durum seni sahte bir popülizmin maşası kılıyor. Sen gerçekte kendi fikrinin savunucusu değil, ‘’onların’’ tesis ettiği tertibatın dişlilerinden biri oluyorsun. Aslında cihanşümul çerçevede senin fikrin, tâbi olduğun muhalefet sistemi; “onların” ekmeği durumunda.

Çünkü senin gibi düşünenleri kullanan besleme medya, arka temada tüm ekibiyle sana kışkırtıcı yalanlar sunuyor. Senin gibi düşünmeyen herkesi aforoz ediyor. Onun görevi, senin üzerinde başarıyla uyguladığı sosyo-politik emperyalizmi diri tutmak. Amacı seni konuşturmak ve senin üzerinden çıkarlarına ters düşen kitleleri susturup dışlamak. Sen gevezelik yapıyor ve gevezelik yaparken ağzına bant koyduklarını varsayıyorsun. İşte o, tam da bunu istiyor.

Sen, otoriteye boyun eğmediğini zannediyorsun. Zira iz’anına kodladıkları bir otorite tanımı var. Sana hakikat için kazan kaldırtacak büyük ve soylu çıkışlar yerine, piyon isyanlarına kapılarak Yeni Dünya düzenini örseleyecek millî hamlelere çomak sokuyorsun. Dolayısıyla daha üst bir otoritenin kulu oluyorsun. O bunu biliyor. Senin değerlerini senin üzerinden yıkarak seni yok edebileceğinin farkında. Seni tahrik ediyor. Sen, eşya zevklerinin hegemonyası altında, sözüm ona emperyalizme karşı duruyorsun. O ise eşya üstü bir saldırıyla seni emperyalizmin kulu yapıyor.

Peki öbür tarafta ne oluyor?

Senin gibi düşünmeyen, popüler fikre ayak uydurmayan, kalıcılığı materyalist hazlarda aramayan, sosyal tabulara koşulsuzca biat etmeyen önemli bir zümre; ‘’eyyamcı’’ ıstampası yemekten, linç edilmekten, hor görülmekten korkarak susmayı tercih ediyor. Duruş sergilemekten çekiniyor. Üstüne bir de mahalle baskısındaki ‘’mahalle’’ konumuna yerleştiriliyor.

Bu psikolojik markajı aslında, fikir ve ifade özgürlüğü kisvesiyle, dünyayı yöneten finansal sirkülasyonun ameleliğini yapanlar değil; algı istismarcılarının dizayn ettiği “Harikalar Diyarı”nı inkâr eden ve bu sebeple düşük profilli, örümcek kafalı, cahil ve sair sıfatlar ithaf edilip yıldırılanlar hissediyor…