Evvelâ dişlerimiz döküldü, sonra saçlarımız,

Ardından birer birer arkadaşlarımız.

Şu canım dünyanın orta yerinde

Yalnız başına yapayalnız

Kırılmış kolumuz, kanadımız

Tatlı canımızdan usanmışız…

*

Bir şüphedir sarmış yüreğimizi

Ya kendini aldatıyor demişiz ya bizi

Bir şüphedir demir atmış yüreğimize

Pamuk ipliği ile bağlamışlar bizi

Düğüm üstüne düğüm şöyle dursun

Bir çalım bir kurum hepimizde

Nereden inceyse oradan kopsun…

*

Bu canım dünyanın orta yerinde

Hayvanlar kadar bağlanamamışız birbirimize

Yalan mı? Gözünü sevdiğim karıncalar

İşte: Hamsiler sürü sürü,

Arılar bölük bölük geçer,

Leylekler tabur tabur…

*

Ya bizler? Eşref-i mahlukat!..

Boğazımıza kadar

kendi murdar karanlığımıza gömülmüşüz.

Bizler bölük bölük, bizler tabur tabur

Bizler sürü sepet

Yalnız birbirimizi öldürmüşüz…

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bu şiirini okuyunca insanlığın ve insanlarımızın geldiği noktayı yeniden düşündüm… İnsanlar olarak her geçen gün insanlığımızı yitiriyoruz, insan olarak yaratılmış olmanın şerefinden uzaklaşıyoruz. Her gün birbirimizin kuyusunu kazıyoruz, düşeni elinden tutup kaldırmaktansa bir tekme de biz atma gayretindeyiz.

İnsana ve insanlığa dair kaygılarımızı dile getirmeye korkar olmuşuz. İnsanı eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en şereflisi) olmaktan uzaklaştırıp esfel-i safilin (sefillerin en sefili, aşağıların en aşağısı) derekesine indiren hâllere, davranışlara, söylemlere, eylemlere karşı çıkanları anlamaya çalışıp yardımcı olacağımız, gereğini yapmak için el ele vereceğimiz yere rezilliği ortaya döktüğü için linç eder duruma gelmişiz.

Haksızlık karşısında susmamak, Hakk’ın, hakikatin sesi olup haklıya hakkını teslim etmek bu zamanda bedel ödemeyi, en azından bedel ödemeyi göze almayı gerektirir olmuş.

Davası batıl olanlar, her türlü melanete rağmen adamlarına sahip çıkıp hakkı olan cezalandırmanın önüne geçerken; davası Hak olan bizler, bize göre hata, yanlış olan bir davranışında yetişmiş insanlarımızı, dava arkadaşlarımızı bir yerlere şirin görünmek adına ya da azgın azınlığın şerrinden emin olmak korkusuyla yalnız bırakır, linç eder ve ettirir olmuşuz.

Nereye bu gidiş? Ne zaman bu aşağılık kompleksinden kurtulup Hakk’ı ve hakikati dillendirenlerin arkasında dağ gibi duracağız?

Ne zaman bir Müslüman’ı ilk hatasında, kusurunda harcamaktan vazgeçeceğiz?

Ne zaman azgın azınlık kelle istediğinde vermeyip daha fazla azgınlaşmalarının önüne geçeceğiz?

Rabbim bizlere akıl, izan, merhamet ve adalet nasip eylesin!..

Yazıyı Nurullah Genç’in bir dörtlüğüyle bitirelim:

Kardeşler arasına heyhat, sû-i zan düştü,

Zedelendi sağduyu; körleşen iz’ân düştü,

Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın,

İnsanlık bahçemize sensizlik hazân düştü…