Yaptıklarımız, yapmak istediklerimiz, özlediklerimiz, pişman olduklarımız, düzelttiklerimiz, düzeltemediklerimiz…

Hayat bu işte…

Hepsi kolay şeyler; ancak ulaşamadıkça, çözemedikçe ‘kocaman’ oluyor.

Ölümün aramızda kol gezdiği ve hedefini çarçabuk bulduğu bugünlerde daha iyi anlıyoruz özgürce, rahatça basit bir nefes almanın kıymetini…

Kalabalıkların sevgisi, alkışı, para, şöhret, güç, ölümün karşısında hiçbir şey yapamıyor.

Bir ay içinde benim için sarsıcı ‘üç ölüm’ ile vicdan sızısı yaşadım.

Ölüm gelip kurulunca başköşeye, insan ‘yalnızlık’ hissi ile doluyor, çok kişi tanısa da…

İçine ve dışına kapanıyorsun, küsmek gibi…

Birini hepiniz tanıyorsunuz; siyaset ve akademik kariyerinde “profesör” olarak biliniyordu. Hayatının son günlerine gelmeden önce birkaç defa aramıştı, denk getirip konuşamadık. Aradığında duymadım, döndüğümde cevaplayamadı. ‘Ne diyeceği ne isteyeceği’ üzerine yerine getirilememiş bir nedamet miras kaldı.

Diğeri uzaktan tanıdığım, hiç yan yana gelmediğimiz bir büyüğümdü. Bazen öyle olur; kendinizden bir şeyler bulur, ortak noktalarınızı fark eder ve benzer şeyler düşünürsünüz; hiç tanışmasanız da ‘yakınlık’ hissedersiniz. Hani bazı filmlerde adam iyi ve masumdur; bunu sadece izleyenler, seyirci bilir de bilmesi gerekenler, herkes bilmez ya… Öyleydi.

“Hürmet” duygusu ile sarmalanmış bir sevgimiz vardı. Kendisinin benden haberi yoktu, bir çeşit olmayan bir hayat aslında… Geriye ise yaşayamadıkların yüzünden telafisi mümkün olmayan bir ‘pişmanlık ve özlem’ kaldı; hayatta olmaktan utanç içinde…

Sonuncusu ise her cuma günü ‘tebrik mesajı’ gönderen kendi çevresi kadar tanınan biriydi. Yine son cuma günü, iyi temenniler ile kadirşinaslık göstermişti. Yayın koşuşturması, hayatın gaileleri ile geciktirdiğim mahcubiyet dolu cevabı, pazar günü öğle vakitlerinde gönderdim. Ne var ki; mesaj gönderen kişinin 36 saat sonra sabaha doğru ahiret yolculuğuna çıktığını öğrendim. Her şey çok hızlı gelişti; bir gün önce iyi dileklerini sundu, bir gün sonra dua ve temennilerimi okuyamadı, sözlerim boşlukta asılı kaldı. Yaşamak avuç içimde, ben ortada kaldım, aynalara kırılmış olarak…

Hatıralar iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değil artık, geçen günleri getirmek de mümkün değil bu saatten sonra…

Hayatın yarısı hatalar, diğer yarısı pişmanlıklar ile geçiyor. Yorgunuz, yaşamaktan…

Herkes birbirini hırslarının, hedeflerinin ve hayallerinin çatlaklarından izlerken; yaşamak ‘geç kalmalar, yanlışlıklar’ bütünü gibi…

Denk getirilememiş konuşmaların, mesajlaşmaların hayal kırıklığı ve pişmanlıkları sonrası anladığım, hayat iyileşmeyecek bir yaradır. Geç kaldığında, kaybediyorsun.

Hayal ile hayat hep çatışıyor. Hayatta, hayat kalmıyor!