Kıymetli dostlar öncelikle sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum. Zor günlerden geçtiğimiz bu günlerde galiba ne çok ihtiyacımız olan şey dua… Rabbim bizleri her türlü görünür görünmez kazlardan ve belalardan muhafaza eylesin. İzmir depreminde hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah rahmet eylesin, geride kalanlarına Rabbim sabr-ı cemil niyaz etsin. Yaralılarımıza bir an önce şifa nasip eylesin. Göçük altında kalan vatandaşlarımızın bir an önce Elif kızımız gibi, Ayla kızımız gibi güzel haberlerini alabilmeyi nasip etsin. Rabbim bizlere de bu yaşanan elim olaydan gerekli dersleri çıkarabilmeyi nasip etsin…

Dostlar, bugün sizlerle İstanbul Fatih Divan Yolu’nda bir caddeye, Peygamber Efendimizin mihmandarı, İki cihan serveri Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’yı (sas) evinde misafir etme şerefine nail olan, Efendimizin övgüsüne nail olabilmek adına İstanbul surlarının önüne kadar gelip burada şehit olan Eyüp Sultan Hazretleri’nin hemen yanı başında bir tepeye İsmi verilen Piyer Loti’yi tanımak üzerine biraz tarihin tozlu sayfalarında seyahate çıkalım istiyorum. Bakalım sağda solda bize “Türk Dostu” olarak tanıtılan bu şahsiyet aslında kimmiş…

Bir ajanın ardında bıraktığı izler

Devlet casusunu ifşa etmez diyerek başlamak istiyorum sözlerime. Çünkü yazdıklarımı okudukça aslında bu cümleyi neden en başta kullandığımı daha net anlayacaksınız. Devletler bir başka devlet hakkında bilgi toplamak isterse o devletin içine yerleştireceği adamı da iyi seçer ve bunu kolay kolay açık etmezler. Farklı noktalarda kimi zaman bir simitçi kimi zaman bir bürokrat olarak karşımıza çıkabilir bu casuslar.

Şimdi dönelim konumuza. Bizim Piyer Loti diye tanıdığımız kişinin asıl adı Louis Marie Julien Vıaud’dur. 17 yaşında Fransız Deniz Kuvvetleri’ne girmiş ve burada başarısı ile birçok kişinin dikkatini çekmiştir. Bir asker adayının bu başarısı yöneticileri tarafından sadece takdir edilmekle kalmamış bu askerin yeteneklerinden nasıl yararlanılabileceğini de düşündürmüştür. Mezuniyetinden sonra ilk olarak Paskalya Adasına görevlendirilmiş. Burada bu adanın krokisini çizerek deniz bakanına teslim etmesi istenmişti. Bu esnada bugün hala Fransız sömürgesi durumunda olan Tahiti’yi (Fransız Polinezyası) ziyaret etti. Bu ziyaretin temel amacı bu sömürgelerin elde tutulmasını sağlamaktı. Bu ziyaret esnasında dikkatini çeken bir pasifik çiçeği olan Loti’yi çok sevdi ve o tarihten itibaren bu ismi kullanmaya başladı… (Buradaki hizmetlerinden dolayı ismin Kraliçe Pamore tarafından takıldığı da söylenir) Silah ve çiçek ne kadar anlamsız bir bütünleşme değil mi? Aslında Fransa’nın bu dönemdeki sömürgecilik faaliyetlerini anlatan en önemli bütünleme olarak görüyorum ben. Fransa’nın sömürgecilik hareketi Loti’de adeta bu isimle hayat bulmuştur.

Pasifikteki başarılı sömürgecilik hareketlerinin ardından Loti bu sefer de ülkesinin insan ve toprak sömürüsünü daha üst seviyeye taşımak için ülkesini seven bir Fransız askeri olarak istikametini Müslüman halkın çoğunlukta yaşadığı Afrika’ya çevirdi. Bu arada 1881 yılında yüzbaşı olana kadar Senegal başta olmak üzere Afrika ülkelerini gezerek buraların daha rahat sömürülebilmesi için askeri raporlar hazırladı. Onun hazırladığı raporlar bugün Afrika’daki sömürgecilik hareketi noktasında birçok alanda atılacak adımların belirlenmesinde yol gösterici oldu.

1881 yılında yüzbaşı olduktan sonra fikirlerinde hiçbir değişiklik olmamıştı. Yine vatansever bir Fransız subayı olarak sömürülmeye ve sömürgeciliğe karşı özellikle Uzakdoğu coğrafyasında başlayan ayaklanmaların önüne geçmek için Avrupalı Devletler tarafından oluşturulan donanmaya Fransa adına katılmış ve kendi topraklarının sömürülmesini istemeyen sömürgeciliğe karşı başkaldıran halkın üzerine kurşun sıkmaktan çekinmemiştir.

Piyer Loti’nin ülkesi Fransa adına gerçekleştirdiği bu sömürgecilik hareketi sözde emekli olduğu 1910 tarihine kadar devam etmiştir.

Osmanlı ve Türklerle tanışması

Ülkesi adına sömürgecilik faaliyetlerine devam eden Loti ilk olarak 1876 yılında Selanik Limanına gelmiş ve buradaki Müslüman mahallelerini gezerek Osmanlı vatandaşları ile tanışma imkânı bulmuştur. Daha sonra Eylül 1876’da Sultan II. Abdülhamid’in Kılıç Kuşanma merasimine katılarak ilk defa bundan sonraki çalışmalarını sürdüreceği İstanbul’la, Osmanlı Devleti’nin başkenti ile tanıştı. Bu tanışma epey bir uzun sürmüştü. Tam on altı ay… İşte Aziyade isimli eserinde sözde Loti’nin bu on altı aylık macerası sonucu kaleme aldığı eseridir. Bu kapsamda Loti İstanbul’a her geldiğinde farklı farklı eserler kaleme almış ziyaret ettiği yerleri adeta karış karış tüm Avrupa’ya tanıtmıştır! Tıpkı Deniz kuvvetlerinden mezun olduktan sonra Paskalya Adasında yaptığı gibi! Buradaki tek fark Paskalya adasındakileri sömürge amacıyla olduğu gibi Osmanlıdakileri kendi hayal dünyasında istediği gibi yazmıştır…

Anlaşılan Loti’nin tek amacı Türkleri tanıtmak değildi. Onun gittiği yerlerden topladığı mahrem bilgileri Avrupa’ya servis etmek gibi bir kutsal görevi de vardı! Kısaca O Fransa adına Osmanlı topraklarında casusluk yapmaktaydı!

Çanakkale’de Türklere karşı savaştı!

Biraz önce de belirttiğim gibi 1910 yılında sözde askerlik mesleğinden emekli olan Loti bundan sonra Osmanlı toprakları üzerindeki çalışmalarına hız verdi. Ancak bu hızlı süreç maalesef istediği gibi bitmedi 1914 yılında patlak veren Birinci Cihan Harbi esnasında İstanbul’dan ayrılmak ona ne kadar zor gelmişse de, Fransa için severek yaptığı askerlik görevine tekrar geri dönmek onu o kadar gururlandırmıştı. Gerçi görünürde çok farklı olsa da İstanbul’da kaldığı zamanlarda da Fransa’ya hizmet etmekten hiç geri durmamıştı.

Loti aslında bu ani ayrılığın da önüne geçmek için girişimlerde bulunmuştu. Çünkü daha yapması gereken işler vardı. Osmanlı Devleti’nin Cihan harbine girmemesi için Enver Paşa ile görüşmeler bile yapmıştı. Hatta zamanında Meşrutiyete bile karşı çıkmıştır. Çünkü Loti her zaman Osmanlı gibi bir devletin gizli olarak sömürülmesinden yanaydı. Çünkü açık sömürü bağımsızlıklarına düşkün olan Türklerde ters tepebilirdi. İlerleyen zamanlarda bu konuda haklı olduğu da görüldü zaten.

Çok geçmedi cihan harbinin başlamasından bir yıl sonra 1915 yılında Kahraman Mehmetçiğimizin destan yazdığı Çanakkale Deniz Savaşlarında Türk tabyalarını bombalayan bir asker olarak karşımıza çıktı. Hem de Topkapı rıhtımında devlet töreni ile karşılanmasından sadece iki yıl sonra… Ne kadar büyük bir sevgi değil mi? Argo tabirle “Ya benimsin ya kara toprağın” der gibi…

Tabi özellikle Birinci Dünya Savaşı yılları çok yakın bir zamana kadar Loti’nin en karanlık yılları idi. Öncesi, sonrasına ait bütün bilgilere rahatlıkla ulaştığımız Loti’nin bu yılları adeta her yerden silinmişti. Sanki birilerinden saklamaya çalışır gibi… Sahi Fransa bu durumu bizden saklamak için yapmış olabilir miydi? Pek tabi, bunun başka bir açıklaması olamaz. Siz olsanız başka bir devletin içine yerleştirdiğiniz casusunuzun ifşa olmasını ister misiniz?

1910 -1914 yılları arasında Loti’nin devlet töreni ile karşılandığı, Fransa’ya sözde İşgalci güç dediği dönemlerden bahsediyorum. Bizim kaynaklarımızda öve öve bitiremediğimiz dönemlerde, Loti’nin Fransa için neler yaptığını Fransız Cumhurbaşkanı Raymond Poincare’nin Çanakkale Muharebelerinin ardından şu sözlerle anlatıyor: ‘Rusya’nın beceriksizliği ve bizim Çanakkale Boğazı’ndaki yenilgimiz yüzünden Loti’nin çabaları da işe yaramadı.”

Sadece Cumhurbaşkanı Poincare’nin söyledikleri değil Loti’nin çocukluktan itibaren düzenli olarak tuttuğu ailesinin nasıl geçindiğini dahi yazdığı anı defterinde yazdıkları da aslında bize karşı sevimli görünmeye çalıştığı bu günlerde aslında ne için burada olduğunu en açık şekilde gösteriyor.

– “Cenevre’deki Türkiye konsolosluğu aracılığıyla Fransız hükümetiyle Türkiye arasında büyük gizli dolaplar çeviriyorum”(26 Mayıs 1915),

– “Elisee’yle (Fransa Cumhurbaşkanlığı) İstanbul arasında büyük entrikalar düzenliyorum” (1 Haziran 1915)

Şimdi soruyorum ülkemizde casusuluk yapmak için bulunduğu bu kadar net olan birinin İstanbul’un manevi açıdan yüksek bir öneme haiz olan bir semtine ismi verilmesi ne kadar doğru? Hatta aleyhine çalışmalar yapan bir casusun ülkemizde herhangi bir yere isminin verilmesi ne kadar doğru? Bunu sormadan geçemeyeceğim.

Bizi değil hayallerini anlattı

Şehirleri kadınlarla anlatmak aslında sık kullanılan bir yoldur ve her zaman tutmuş bir yöntemdir. Loti’de yazdıklarını hiç riske atmadı. Türklerle hiçbir alakası olmayan kafasında kurduğu hayallerini yazarak Avrupa’da yanlış bir Türk algısı oluşturmanın yanında kafasında kurduğu ahlaksızlıklara adeta İstanbul’u ve Osmanlı halkını alet etmişti. Bu konuda o dönemin Osmanlı yazarlarının aşağı yukarı tamamı Loti hakkında hiç iyi düşünmedi birçoğu onun ne olduğunu dahi anlatmaya çalıştı hatta Nazım Hikmet onun için “şarlatan, domuz” kelimelerini kullanmaktan dahi çekinmedi.

İşin garip yanı şu, bizim İstanbul aşığı olarak yere göğe sığdıramadığımız Piyer Loti Avrupa’da hiçbir zaman sıradan bir tasvirciden öteye geçemedi. Zaten İstanbul gibi Bursa, İzmir, Kudüs gibi adeta ihya edilmiş Avrupa’da özellikle Fransa da görmeye alışık olmadığı bu muhteşem şehirlerin hepsine de âşıktır…

Ancak İstanbul’un kalbinde ayrı bir yer sahip olduğunu biliriz çünkü yaptığı İstanbul tasvirleri ile Fransız Akademisi tarafından “Legion d’Honneur” nişanına layık görüldü. Tabi bu nişan yazdıklarından dolayı mı yoksa devletine karşı olan sadakatinden dolayı mı verildi her zaman aklımı kurcalayan bir konu olmuştur… Gerçi yazdıkları yaptıklarından ayırmak ta çok zor olsa gerek…

Büyük bir tarihi eser kaçakçısı

Aslına bakarsak bugün müze olarak kullanılan evi ne zabit maaşıyla ne de yazarlıkla elde edilecek bir ev değil. Hatta evden de öte buraya dev bir malikâne diyebiliriz. Şömineler, şamdanlar, zırhlar, bayraklar, Suriye’de bir camiden getirdiği mihrap ve minber, sandukalar, kitabeler, çeşme kitabeleri, çini tablolar, mezar taşları, halılar ve daha onlarcası…

Haliçte Osmanlı donanmasını ayaklarının altına alarak her türlü manevrasını Fransya rapor eden sözde yazar Loti’nin Günlüklerinden anladığımız kadarı ile sefalet içinde yaşayan ailesinden de kalmayacak bir miras olan bu ev ve içindeki eserlerde Türkiye de kaldığı süre içeresinde ülkemizden kaçırılmış eserlerdir. Diğer Avrupalılar gibi oda bunun en büyük hakkı olduğunu düşünenlerden.

İlk İstanbul’a geldiğinde bizzat büyükelçi tarafından misafir edilen Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı ile elini kolunu sallayarak rahatça görüşebilen Üniformalı bir kaçakçı bir casus olan Piyer Loti’nin ismi verilen tepe 1934 yılına kadar halk arasında Karyağdı Baba Tepesi ya da İdris-i Bitlisi Tepesi olarak anılırdı. Yine bugün Piyer Loti Kahvesi olarak bilinen yerin hemen yanı başında bulunan bu tepeye ilk defnedilen şeyhülislam olan 7. Osmanlı Şeyhülislam’ı Alaeddin Arabi Efendi de tepeyle özdeşleşen isimler arasında yer almaktadır.

Unutmadan söyleyeyim bize Türk dostu olarak tanıtılmaya çalışılan bu casus öldüğünde tabutu Fransız bayrağına sarıldı ve devlet töreni ile defnedildi. Sizce Fransa’ya gerçekten işgalci diyen biri bir casus olmasa bu şekilde gömülüp evi müze yapılır mıydı?

1934 yılında beri devam eden bu yersiz uygulamanın biran önce son bulması duasıyla…