Bana göre bugün olan, olmaya devam eden en büyük sorunlardan birisi, bir meseleyi açıklama gayretinin, o meseleyi açıklamaktan daha çok “hakikatini hapsetme” ile sonuçlanmasıdır…

Oysa hakikatin yolu dolambaçlı değildir…

Hakikat adına konuştuğunu iddia eden birisi eğer lafları eveleyip-geveleyerek adeta ona eziyet ediyorsa orada ya ciddi bir izah sorunu vardır ya da konuşulan şey hakikatin kendisi değil de, konuşanın “hakikate bindirmeleri”dir; çünkü ona çok sade yollardan ulaşılır…

Seyyid Kutub’un, hakikati özünden saptırmaya çalışan bazı Batılı filozoflar için söylediği; “Son derece karmaşık sözcük oyunları” ifadesi, bugün maalesef başta siyaset ve medya olmak üzere hayatımızın hemen hemen her alnını sarmış durumdadır…

Sırf, “Diğerlerinden daha farklı bir şey söylüyorum” kasıntısına kurban edilen hakikat, bugün en yitik olan tarafımızı temsil ediyor…

Özellikle kendisini “aydın” olarak gören kesimlerin içine düştüğü bu tablo tam olarak, “Kendi kavramlarıyla ya da düşündükleriyle büyülenmek”ten başka bir şeye yorulamaz…

Bir insanın ya da “aydın”ın bu hale gelebilmesi için önce kendi hakikatini hapsetmiş olması gerekir…

Bir insanın “zevk uğruna” ve sadece kendi egosunu tatmin etmek için “aşırı yorum” çabasına girişmesinin, “yorumsuz” kalmaktan hiçbir farkı yoktur bana göre; hatta daha da zararlıdır…

Çünkü yapılan bir açıklama konuyu, “yerli yerine oturmak”tan uzaksa ve onu bir kavram analizine boğuyorsa yorumsuz kalmaktan çok daha derin sorunlara sebep olur…

Karışıklığına sebep olduğu kafa, hiçbir kanaati olmayana göre çok daha büyük çelişkilerin tetiklenme merkezine dönüşür…

Bunun kıyaslaması/sağlaması öyle zor da değildir…

Tarihte toplumların huzurunu en çok hangi kafa yapılarının kaçırdığına bakarsanız bu gerçeği çok açık ve net olarak görürsünüz…

Bugünün en temel sorunlarından birinin, “Hakikati açıklamaların için hapsetmek” olmasının en öne çıkan sebeplerinden biri de, herkesin kendi söylediğine/söyleyeceğine odaklanmasıdır; vehmedilen bir ahkâm koyucu hüviyetiyle…

“Eğer bir hakikat varsa o bana aittir. Doğru adına söylenmiş bir söz varsa benim sözümdür” tavrı, aslında gerçek bir şizofreniye çıkar…

Bugün geldiğimiz noktada karşıdakinin ne söylediğini “anlama” çabasını hiç taşımayan ve sadece kendisine odaklanan bu hali, başka ne ile ifade edeceğiz…

İdeolojik angajmanların kilitlediği idrak, öngörü ve anlama kabiliyetleri hem sözün sahibine hem muhatabına hem de bütün topluma çok ağır bedeller ödetir noktaya ulaştı…

İnsanın kendisini tanımasının/tanımlamasının en temel ilkelerinden biri karşısındakini tanıması/tanımlamasıdır; onu “yok” sayan biri en başta kendisini “yok” saymış olur çünkü…

“Ne güzel konuşuyorum; onun için de hep ben konuşmalıyım” diyerek karşısındakine fırsat tanımayan, “kendi konuşmalarıyla büyülenen” bir şahsiyet, ne yazık ki kendini “yok” edişinin bile farkında olamayacak kadar acizdir…

Her türlü makamdan önce ve daha anne karnında kendisine verilen “en şerefli yaratılmış” rütbesini, sonradan verilenlerin hiçbirine tercih etmemeli insan…

Çünkü karşıdakini “yok” saymaya dair bütün mesele, sonradan verilmesi istenen rütbelere ulaşma çabasının bir ürünü gibi duruyor…

Bu, dünyaya ait olanlardan tümüyle vaz geçelim demek değil, kendimizi hakikat temelinde bir var-yok mücadelesiyle nereye taşıtacağımızla ilgilidir…

Karşı fikre hayat hakkı tanımamak, mukayeseden de mahrum kalmak anlamına geliyor…

Bu durumun çok komik yanlarını, çelişkilerini idraki berrak olanlar iyi görüyorlar…

Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan rektör ataması örneğinde olduğu gibi politik bir protestoyla, apolitik bir talepte bulunmak, bunun en çarpıcı örneklerinden biri oldu…

Yine Fikri Sağlar’ın “başörtülü hâkim” hezeyanı, daha ağızdan çıktığı anda kendi kendini mahkûm etti…

Gerçek darbe girişimlerinden umduğunu bulamayanların hâlâ darbe söylentileriyle, “Söylenti Darbesi” yapma çabaları da, düştükleri yerden etrafı göremedikleri için gördüklerini dünya sanmalarından başkası değildir…

Açıklamalarıyla kendilerini dar dünyalarına mahkûm edenlerin, dünyaya geniş ve özgür bakanlara mesaj verme çabası en başından çelişik, komik ve ademe mahkumdur…

Kendi hakikatine bu denli kör ve gamsız bir akılın hezeyanlarını izaha çalışmak ise bizim imtihanımızdır…