Her ne denlü gayrı câmî’de ibâdet olsa da

Olur efzûn yine sad-çendân Âyâsufiyye’de

Bugün, yüz yıla yakın gönlümüzde tüten hasret son buluyor.

‘’Mühürlü kalplerin mühürlediği’’ Ayasofya’dayız.

Kendi öz mabedimizde; yakıcı bir yaz günü, ruhumuzu külleştiren asırlık küfür alevlerini söndürmek üzere toplanıyoruz.

Dünyanın gördüğü en yakıcı, en yıkıcı devrim hamlesini; idrakimize tuttukları hilebaz aynalarla bize kurtarıcı gibi gösteren illüzyonlara kin gütmek için birleşiyoruz.

Yüz yıllık uydurma tarihicilalayanucuz arabeskleri susturmak, kukla sirklerinin cüce akrobatları için koparılan alkış furyalarını bastırmak, aziz emaneti göklerde muhafaza eden mâna minarelerimizde kutlu ezanları mahyalaştırmak namına sesimizi yükseltiyoruz.

Akın akın geliyoruz.

Şanlı peygamberimizin kâinat çapındaki gölgesi altında kuşandığımız iman kılıncını, şirk nişanı ikonaların yüreğine bir daha saplamak için binlerce saf tutuyoruz.

Ve en sefil hukuksuzluklarla yeniden (Bizans)laştırılmış Ayasofya’nın önünde, atamız Sultan Fatih’in beş yüz yıl evvel fısıldadığı manzarayı tekrar haykırıyoruz:

Bûm nevbet mîzened bertârem-i Efrâsiyâb

Perdedâr-ı mîküned der kasr-ı Kayser ankebût

(Efrasiyab’ın mülkünde -hükümranlık alameti olan- nevbet vurma işi baykuşlara kalmış/Bizans imparatoruna perdedarlık yapmak da örümceklere düşmüş.)

İngiliz malı Yahudi şapkalarıyla Müslüman Türk’ün benlik üniformasına inkılap spoletleri diken modern (Efrasiyab)ların, kurtuluş yalanlarıyla nevbet çaldıkları müzeleşmiş harabeleri yeniden ihya etmek için buluşuyoruz.

Kendi sardığı cehalet ağlarına dolanıp, önündeki bin dört yüz yıllık hakikati göremeyen örümcek zihinlilerin; mukaddes mirasımızla aramıza ördüğü demir perdeleri yırtmak gayesiyle hücum ediyoruz.

Allah için, Allah hakkı için secde ediyoruz.

Âlemlerin Rabbine diklenen kim varsa inkâr ediyor, kanlı boyalarla dimağımıza çizilen portre kişiliklere tapınmayı reddediyoruz.

Bizimle aynı ruh ikliminde filizlenmeyen, aynı heyecanları sahiplenmeyen, aynı iffetin muhafazasını üstlenmeyen satılmış figürlerin bugün nerede konuşlandığını çok iyi biliyoruz.

Terörist yaylarında gerilip üstümüze çullanan “altı ok’’ idealinin İstanbul’a musallat edilişini, bugün dahairi bir şuurla seyrediyoruz.

Lozan rezaletinin yıl dönümüne tekabül eden bu tarihî günde; yalandan dahi olsa Müslüman Türk milletiyle aynı çizgide duramayan, onun yerine ‘’barış antlaşması’’ kılıklı Sömürgeci bonolarına rutin biatını bildiren tipik CHP tavrını nefretle anıyoruz.

İnatla, imanla kutuplaşıyoruz.

Ayasofya’yı çorak gündemlere sıkıştıran, politika mezesi yapan, üç kuruşluk menfaatlere satan fikir klikleriyle aşkla ayrışıyoruz.

Ayasofya’nın temsil ettiği mâna çemberine kendini dahil etmeyen vatansızlarla aynı kimlik kadrajını paylaşmıyoruz.

Kulak veriyoruz sonra:

Şeb-be-şebmânend-i kındîl-i fürûzân Nâbiyâ

İnşirâh-ı dil bulur insân Âyâsufiyye’de

‘’Ayasofya’’ diyor necip Türk şairi; ‘’her gece parıldayarak etrafa ışık saçan kandiller gibi, insanın kalbini feraha, inşiraha kavuşturur.’’

Biz de,‘’insan olmak’’lığın kaçınılmaz bir neticesi olarak; yüz yıl boyu özlediğimiz o inşirah saatini bekliyoruz.

Ve ‘’onların’’, hiçbir zaman bizimle ortak hasretlerin, müşterek bekleyişlerin müdavimi olmayacağını kabul ediyoruz.

Bütün haysiyetsiz taarruzlara, tüm ilerici(!) köpürmelere sabit bir noktadan direniyoruz.

“Anlamaz hayvân olan, insân olan anlar bizi.’’ diyen bir büyük gönül avcısının sadrından cevap veriyoruz yolumuzu kesenlere…

Bizimle aynı zirvelerin izini sürmeyi gericilik belleyenlere, hep aynı yükseklikten bakıyoruz.

Bekliyoruz işte…

Bir taraftan yıllanmış kalleşliklere karşı kendimizi avutuyor, diğer yandan mübarek cuma vaktini gözlüyoruz…