Yaşanmışlıklar, hikâyeler, tarihe meydan okuyan yapıları ile hep bir başka olmuştur İstanbul. Onda yaşamak, onunla yaşamak, onu hissetmek bir başka huzur veriyor insana. Aşksa eğer aşkın şehre bürünmüş hallerinden biridir İstanbul, Efendimiz’in (sas) fethini müjdelediği, şarkılara, şiirlere, romanlara konu olmuş her köşesi bize ayrı hikâyeler fısıldayan İstanbul sokaklarını dinlemeye, birlikte dolaşmaya devam edeceğiz… Bugün İstanbul’un iki ayrı tepesine 500 yıl ara ile yapılan iki camiyi ziyaret edeceğiz…

İlk Osmanlı Halifesi: Yavuz Sultan Selim

Geçtiğimiz Salı günü 22 Eylül Yavuz Sultan Selim Han Hz.lerinin vefatının 500. Yılı idi. Bu vesile ile bugün ilk durağımız Yavuz Sultan Selim Camii ve Külliyesi olacak. Yavuz Sultan Selim 9. Osmanlı Padişahı 74. İslam Halifesi olmakla beraber aynı zamanda ilk Osmanlı Halifesidir. Babası II. Beyazıt, annesi Gülbahar Hatun eşi ise Ayşe Hafsa Sultan’dır.

İstanbul’un yedi tepesindeki yedi selatin camiden biri olan bu caminin yapımına 8 yıllık kısa saltanatına birçok zafer sığdıran Yavuz Sultan Selim Han Hz.lerinin emri ile başlanmış ancak ömrü vefa etmeyince türbe başta olmak üzere birçok yapı oğlu Kanuni Sultan Süleyman döneminde tamamlanmıştır. Külliyenin (1519-1522) mimarı her ne kadar Mimar Sinan olarak belirtilse de kaynaklarda caminin mimarı olarak Mimar Acem Ali geçmektedir.

Caminin bir yanı sarnıç bir yanı kırkmerdiven denilen bir uçurumdur. Yapıldığı yer olan beşinci tepede daha önce Bizans döneminde Avluya giriş için üç kapı kullanılır. Bunlar Kırkmerdiven Kapısı, Türbe Kapısı ve Çarşı Kapısı’dır. Şadırvanın bulunduğu iç avlu 22 kubbe ile örtülüdür. Avlunun ortasında Sultan IV. Murat tarafından yaptırılan abdestlik yer almaktadır. Birer şerefeli iki minaresi vardır. İçeriye girdiğinizde ilk dikkatinizi çekecek olan son cemaat yerinin iç kısmındaki muhteşem çiniler olacaktır. Kare planlı olarak inşa edilen camide klasik dönem Osmanlı izlerinden ziyade daha çok Bursa ekolünün izleri görülmektedir. Mihrabın hemen solunda 8 sütun üzerine oturtulmuş hünkâr mahfili, sağda müezzin mahfili yer almaktadır. Bir müezzin mahfili de hemen kıble kapısının önündedir. Bursa ekolünde inşa edilen diğer camiler gibi bu cami de oymacılık, kakmacılık, çinicilik ve tezhip, hat ve nakış sanat eserleri ile donatılmıştır.

Yavuz Sultan Selim Türbesi

Türbe caminin hemen yanında yer almaktadır. Kanuni Sultan Süleyman tarafından Yavuz Sultan Selim Han Hz.lerinin gömüldüğü yerin üzerine Mimar Acem Ali’ye inşa ettirilmiştir. Kesme taştan sekizgen planlı olarak inşa edilen türbe klasik Osmanlı mimari üslubundadır. İçerideki muhteşem çini panoların hemen üzerinde iki satır halinde lacivert zemin üzerine “Bu mübarek türbenin yapılmasını büyük sultan, Arap ve Acem sultanlarının efendisi, karaların ve denizlerin sahibi, her iki Harem-i Şerif’in hamisi Sultan Süleyman Han bin Selim Han bin Beyazıt Han emretti. Allah onun mülkünü ve saltanatını daim kılsın.” yazılıdır.

Bu yazının hemen altında türbenin tamamlandığı tarih olan 928 senesi Muharrem ayı yazmaktadır. Diğer tarafta da Çini panonun hemen üzerinde Yusuf Suresi 101. Ayeti, altında ise Şuara Suresi 87-89 ayetler yazlıdır.

Yavuz sultan Selim’in türbesi ile aynı bahçe içerisinde Sultan I. Abdülmecid, Hatice Sultan, Ayşe Hafsa Sultan ve şehzadeler türbesi de yer almaktadır.

Sin Şın Taşı

Yavuz Sultan Selim Han Hz.lerini türbesini ziyaretiniz esnasında hemen kapıdan girdikten sonra sol tarafta camekân içerisinde yeşil zemin üzerine Arapça bir yazının yazıldığı bir taş sizi karşılar. Bu taş Sin Şın taşıdır.

Peki, nedir bu taşın hikâyesi?

Yavuz Sultan Selim Han, 24 Ağustos 1516 tarihinde Mercidâbık Savaşı’nı kazandıktan sonra Halep şehrine girmiş sonra da oradan ayrılıp Şam’a gelmiştir. Buradan Mısır’a geçmeden önce de 15 Aralık’a kadar Şam’da kalmıştır.

Şam’da ikamet ettiği sıralarda, Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin bir kitabında geçen “Sin Şın’a girince Mim’in kabri ortaya çıkar” şeklindeki bir ifadeyi, büyük âlim ve Anadolu Kazaskeri İbn-i Kemal Paşazade ile birlikte incelemişlerdi. Burada “Sin’in Selim’e, Şın’ın Şam’a, Mim’in de Muhyiddin’e işaret olduğu kanaatine varmışlardır.

Yavuz Sultan Selim Han’ın Şam’da ikamet ettiği zaman Muhyiddin-i Arabi hazretlerinin kabrinin yeri ise hiç kimse tarafından bilinmemekteydi.

Yavuz Sultan Selim Han, bir gece rüyasında Muhyiddin-i Arabi hazretlerini görür ve onun kendisine şöyle dediğini duyar:

“Ya Selim! Senin gelmeni beklerdim. Safa geldin, hoş geldin. Mısır gazanı sana müjdelerim. Sabahleyin bir siyah ata bin. O seni bana getirir. Beni hâk-i mezelleten kaldır. Bana bir türbe, bir camii ve imaret yapıver… Yürü işin rastgele, Mısır fethi müyesser ola!”

Sabah olduğunda bu rüyanın etkisi ile uyanan Sultan Selim Han aynı sabah erkenden bir siyah ata binerek, onun gittiği yöne doğru sürer. At, üzerinde padişahın olduğu bir şekilde kendince yol alır ve şehrin Salihiyye adlı mahallesinde bir çöplükte durup eşinmeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han’ın emri ile orası temizlenir ve toprak kazılmaya başlanır. Toprak kazılıp ta aşağıya doğru inildiğinde büyük bir taş çıkar. Üzerinde Burası Muhyiddin’in kabri yazılıdır.

Yavuz Sultan Selim Han, Ridaniye Savaşı ve Mısır’ın fethinden dokuz ay kadar sonra, Ekim ayında tekrar Şam’a gelir ve dört aydan fazla burada ikamet ederek, Muhyiddin-i Arabi hazretlerinin kabri üzerine bir türbe, bitişiğine de bir camii ve imaret inşa ettirmiştir. Külliyenin inşasının tamamlanmasının ardından gelen ilk Cuma namazıyla da 8 Şubat 1518 tarihinde açılışı yapılmıştır.

Muhyiddin-i Arabi hazretlerinin kabrinin bulunuşuna vesile olan hadisenin unutulmaması için, Seyyid Derviş Hasan tarafından bir taş üzerine “İza dahel sini, zahera fikabrihi Muhiddin” sözü yazdırılarak Yavuz Sultan Selim Han’ın vefatı sonrası türbesine koydurulur.

Türbede hemen sol tarafta Camekân içerisindeki bu taş, söz konusu olan taştır. Halk arasında yaşanan bu hadiseden dolayı Sin Şın taşı olarak bilinir.

Yavuz’un Çamurlu Kaftanı

Türbeye girdiğinizde dikkatinizi çekecek en önemli noktalardan biri de hemen Yavuz Sultan Selim’in sandukasının üzerinde sergilenen kaftanı olacaktır. Bu kaftanın hikâyesi de en az Sin Şın Taşı kadar ilginçtir.

Mısır seferinde Yavuz at üzerinde giderken, Anadolu ka­zaskeri olan büyük ilim adamı Kemal Paşa Zâde ile sohbet ediyormuş.

Çamurlu bir sahadan geçilirken İbni Kemal’in atı sürçmüş ve sıçrayan çamurlar Hakanın kafta­nına gelmiştir. Büyük bilgin derin bir mahcubiyet içinde kalmış, telaşından başını öne eğmiş özür bile dileyememiş, fakat Ya­vuz büyük bir incelikle etrafındakilere yüksek bir sesle şöyle seslenmiştir;

“Bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, bana şe­ref verir. Öldüğüm zaman bu çamurlu kaftanı sandukamın üzerine koysunlar” diye vasiyet etmiştir. Yavuz ölünce vasiyeti yerine getirilmiş kaftan sandukasının üzerine örtülmüştür. O zamandan beri çamurları ile muhafaza edilen kaftan sandukasının üzerine örtülmüştür.

Not: “Âlimlere hürmet” Osmanlı Devletinin temel kuruluş değeridir ve Şeyh Edebali’den mirastır. Aynı zamanda bu değer tüm Osmanlı padişahlarının ortak özelliğidir. Şimdi içinde bulunduğumuz tüm olumsuzlukların reçetesi de burada gizlidir!

İstanbul’un Ufkundaki Yeni Siluet: Çamlıca Cami

Bugün Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri’ni ziyaretimizin ardından Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatı ile Çamlıca Tepesi’ne inşa edilen Çamlıca Camii’ni ziyaret ederek tıpkı yüzyıllar önce yapılan camiler gibi birçok sırrı ve sembolü içinde barındıran bu camiyi konuşacağız.

Büyük Çamlıca Camii’nin inşası 2013 yılının Kadir Gecesi’nde başlanmış, 6 yıl sürmüş, üç ayların başlangıcı olan Regaip Kandil’inde sabah namazı ile birlikte, 7 Mart 2019 tarihinde ibadete açılmıştır. Ancak bundan önce bir defaya mahsus ilk namaz 1Temmuz 2018 Kadir Gecesi’nde 18 bin kişi ile kılınmıştır.

Caminin kapıları künde kari dediğimiz çivi kullanılmadan yapılan ahşap kapılar Konya’da yapılmıştır. Mermerler Afyon’dan getirilmiş diğer işlemeler ise atölyeler kurularak İstanbul’da yapılmıştır. Camide her açıdan teknolojinin en mükemmel hali kullanılmıştır. Kubbesi meşhur horasan harcıyla sıvanıp, dışarıdan da kurşunlarla kaplanmıştır. Kubbesine dünyanın en büyük âlemi bulunmaktadır.

Caminin hat işlerini Hattat Hasan Çelebi ve Kalem işlerini müzehhep Mustafa Çelebi tarafından yapılmıştır.

Çamlıca Camii bir ibadethane olmanın ötesinde bir külliye olma özeliği göstermektedir. Türk-İslam Eserleri Müzesi, Sanat Galerisi, Kütüphane, Konferans salonu ve birçok yapıyı barındırmaktadır. Şöyle de diyebiliriz; Çamlıca Camii Kültür ve Sanatın ibadetle buluşma noktasıdır.

Sembollerle Çamlıca Camii

Çamlıca camiinin 6 minaresi bulunuyor. Tıpkı Sultanahmet Camii’sin altı minaresinde olduğu imanın altı şartını temsil etmektedir. 6 minarenin 4 tanesinin boyu Malazgirt Zaferi’ne ithafen 107,1 metredir. 2 tanesi 90 metredir. Minarelerdeki toplam şerefe sayısı 16’dır. Tarihte kurulan 16 Türk devletini temsil etmektedir.

Büyük Çamlıca Camiinin ana kubbenin yüksekliği 72 metre yüksekliktedir. İstanbul’da yaşayan 72 milleti temsil etmektedir. Ana kubbesin çapı 34 metredir. Buda İstanbul’un plaka kodunu işaret etmektedir.

Camiye girilen 5 kapı ve şadırvanlı avluya girilen 3 kapıyla toplamda 8 kapı bulunmaktadır. Bu da cennetin 8 kapsısını sembolize etmektedir.

İki ana mekânda toplam 33 kubbe vardır. Bunlarda tekbir (Allâh’u ekber) tehlil (lâ ilâhe illallâh) tesbih (subhânellah) ve tahmid (elhamdu lillâh) zikirlerini ifade etmektedir.

Ana kubbe etrafındaki 4 yarım kubbe İslam’da dinî hükümlerin dayandığı 4 ana kaynağı ifade etmektedir. Bu kaynaklar kitap, sünnet, icma ve kıyastır. Bunun dışında 4 kitap, 4 büyük melek ve 4 halifeyi de ifade etmektedir.

Bir alt kattaki 12 yarım kubbe İslam’ın tasvip ettiği 12 tasavvuf yolunu ifade etmektedir. Bir alt katta bulunan aynalı pencereler her cepheden ayrı ayrı 28 adettir. Hem bu pencereler hem de şadırvanlı avludaki 28 kubbe Ku’ran-ı Kerim’de adı geçen 28 peygamberi ifade etmektedir.

Büyük Çamlıca Camii’nde aynı anda 63 bin kişi namaz kılabilmektedir. 63 sayısında Peygamber efendimizin vefat ettiği yaştır.

Selam ve dua ile…