Artık doğal bir afetle karşılaştığımızda kaybettiklerimize üzülmemize dahi fırsat vermiyorlar. Öylesi çirkin bir kara propaganda devreye giriyor, fitneciler öyle büyük bir süratle meydana sökün ediyorlar ki, yaramızı mı saralım; yalanlarla yükselttikleri ateşi mi söndürelim, bilemiyoruz.

Elazığ ve Malatya’da yaşanan depremde, devletin nasıl seferber olduğunu gözlerimizle gördük. Çok sayıda bakanının aylarca evlerine gitmediklerine şahit olduk. Tüm bunlar acımızı hafifletti elbette. Fakat, her güzel şeyin çabuk unutulduğu gibi bunu da unuttuk gitti. Geride, Alevi köylerine yardımların kasıtlı olarak ulaştırılmadığı yalanı kaldı. Çünkü iyiliğin değil, yalan ve ifsadın daha kalıcı olması için fesat ehli bir güruh amansızca savaşıyor.

FİTNE VE YALAN KOL KOLA

Hatay‘da yangınla yüreğimiz dağlandığında, güzel yürekler bir damla su olup imdada koştuğunda; bir yandan da iktidarın imara açmak için kasıtlı olarak yangın çıkardığı yalanıyla uğraşmak zorunda kaldık. Üstelik, terörist başı için tüm ülkeyi cehenneme çevireceğini ilan eden PKK’lı teröristler suçüstü yakalandığı sırada.

Hiç düşündünüz mü? CHP milletvekili Gürsel Tekin Bayraklı’da Kaymakamlık binası ve Kızılay Kan Merkezi‘nin yıkıldığı yalanını neden söyler? Afet anında milleti teskin etmesi gereken bir siyasetçi, neden uydurma haberlerle insanların daha fazla paniğe kapılmasına sebep olur? Kesintisiz bir şekilde 18 yıldır İzmir’i yöneten siyasi parti, verdiği hatalı imar izinlerini, çürük binalara düzenlediği ruhsatları bu şekilde mi unutturacak? Üstelik CHP’li belediyelerin “kentsel dönüşüm yapmasının hükümet tarafındanengellendiği” iddiasını bizzat İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer yalanlamışken..

Muhalefetimiz ne zaman yapıcı eleştiri ile ifsadın farklı şeyler olduğunu öğrenecek? Hele iki kişi var ki, ömür törpüsü gibiler.

Depremin gerçekleştiği saatlerde 172’si personel, 419’u gönüllü 591 çalışanı, 5 ikram aracı ve 5 mobil mutfağıyla felaket bölgesinde hizmet veren Türk Kızılayı’nın “hiçbir şey yapmadığını” hatta sahada dahi olmadığını iddia eden Durmuş Yılmaz acaba neden göz göre göre yalan söyler?

Cumhurbaşkanı’nın deprem bölgesine “dombra eşliğinde” tezahüratlarla girdiği yalanını Yusuf Ziya Özcan neden uydurma ihtiyacı hisseder? Üstelik bununla da yetinmeyip, Aziz Nesin’e gönderme yaparak, Erdoğan’ı destekleyen milyonların “aptal” olduğu gibi çirkin bir ithamda bulunur?

YÜZLERİ DE KIZARMIYOR

Ülkedeki her türlü felaketi fırsat bilip, yalan ve ajitasyonla harmanladıkları beyanlarıyla kargaşa çıkarmak isteyen bu kişilerin ortak bir özellikleri var. Her ikisi de Abdullah Gül’ün yakın ekibindeydiler.

Durmuş Yılmaz, beş yıl boyunca Merkez Bankası Başkanlığı yaptı. Bundan sonra ise yine Gül tarafından Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Başdanışmanlığına atandı. Yusuf Ziya Özcan da tıpkı Yılmaz gibi, Abdullah Gül tarafından YÖK Başkanı olarak atandı. Görevi bitince yine Gül tarafından ödüllendirilerek Polonya’ya büyükelçi olarak gönderildi. Özcan bugün Davutoğlu’nun yardımcısı sıfatıyla Gelecek Partisi’nde, Durmuş ise İyi Parti’de politika yapıyor.

“Fitne öldürmekten daha kötüdür” diyor Rabbimiz. Çünkü, kaybettiklerimizin acısını yüreğimize gömer, gözyaşlarımızı sel gibi akıtabiliriz. Bir kor gibi yanmaya devam etse de acımız, bu yangın bir başkasına zarar vermez. Fitne öyle mi?

Toplum, güven duygusu olmazsa dağılır gider. Birbirinin ardında dağ gibi durup, acılara merhem olmasını beklediklerimiz, itimat kalmayınca canavar kesilip birbirinin boğazına çökerler. İşte fitne bunun için ölümden daha kötüdür.

Eğer hesapladıkları şey bu ise, bilmeliler ki, çıkardıkları yangın önce kendilerini yakar.