“Tarih kendi zamanının çocuğudur” diyor Fernand Braudel…

Bu vesileyle, “Geçmiş ve tarih aynı şey değildir” vurgusunu da hatırlatarak, ne demek istediğime gelmek istiyorum…

Bugün de tıpkı dün olduğu gibi her nesil, kendi çıkarları için tarihi kullanmaya devam ediyor…

Tarihi yeniden ve yeniden yazarak, her adımda gerçek yaşanmışlığından biraz daha uzaklaştırıyor…

Şundan emin olabiliriz ki tarih metinlerinden okuduklarımız ile onların geçmişte yaşanmış halleri arasında yüzde yüz bir uyum yoktur…

Metinlere siyasi, ideolojik, dini pek çok tesir hükmeder… Yazarın yorumu hatta aşırı yorumu sebebiyle gerçeğin çok ötesinde bir metin ortaya çıkabilir…

“Bilinçsiz tarih” elbette tarih şuurunu zedeler… Fakat bilinçli olarak ve çıkarlarını meşrulaştırmak üzere tarihi kullanmak çok daha farklı bir ahlaki sorgulama gerektiriyor…

Bugün dünyanın değişik ülkelerinde Türkiye’ye karşı adeta bir silah olarak kullanılan Ermeni meselesi de bana göre bu türdendir…

ABD’de alınan karar da bana göre geçmişte yaşananları bilinçli olarak çarpıtma üzerine kurulu…

Geçmişte olup bitenlerin ne olduğuna, mümkün olabilecek en yüksek objektiflikte yaklaşabilmenin yolu, karşılaştırmalı tarih çalışmalarından geçiyor…

Fakat ne Ermenistan ne de Batı, bu yolu hiçbir zaman tercih etmedi…

Sebebi ise bütün çarpıtmaların iflas edeceğidir…

Tarih maalesef kötü niyetlilerin elinde çok büyük ve içinden çıkılmaz sorunların temel aracı haline gelebiliyor…

Üstelikte önünde akademik bir unvan bulunduran birinin ağzından çıkacak; “Tarihsel belgelere göre” sözü ile başlayan bir çarpıtma ise bu çok daha onarılmaz hasarlara sebebiyet verebiliyor…

Batı ya da ABD’nin gerçekte ne olduğu ile ilgilendiği kanaatinde değilim zaten…

Onlar değil mi gözümüzün ve bütün kameraların önünde yaşananlara rağmen bile Suriye’de olanları çarpıtanlar?

Anı bile büyük bir ahlaksızlıkla manipüle edenlerin yüz, iki yüz ya da daha ilerisiyle ilgili olanı manipüle etmede zorlanacağını düşünmek sanırım çok fazlaca iyi niyetli olacaktır…

Burada Alman tarihçi Ranke’nin “tarihin sağlam zemini” ifadesini çok derinden sorgulamamız gerekiyor; bilinçli bir tarih anlayışıyla…

Çünkü tarih ya da tarihçi, hiç kimsenin ve hiçbir devletin “yalancı şahidi” olamaz…

Kötü niyetlilere “Yaşasın tarih” dedirtmeme sorumluluğu, yine tarihin ve tarihçilerin omuzlarındadır…