Bu hafta yoğun bir çalışma temposunu geride bırakırken bütün yorgunluklara değecek bazı tespit ve gözlemlerimi toplumu ilgilendirdiği ölçüde okuyucularımızla paylaşmanın iyi olacağını düşündüm.

Bu hafta Hizmet İhracatçıları Birliği’nin Denetim Kurulu üyesi sıfatıyla ilk defa Yönetim ve Denetim Kurulu toplantısına katılmış oldum. Geçtiğimiz hafta, önemini vurgulamak üzere en üst seviyeden devlet erkânının katılımıyla düzenlenen ödül töreni ile hizmet ihracatında başarılı işletmeler ödüllendirilmişti. Birlik, 2018 yılında, henüz 1,5 yıl öncesinde kurulmuş olmasına rağmen yönetim kurulu üyeleri gerçekten seçkin ve mesleğinin erbabı olan kişilerden oluşuyor. Ticaret, Sanayi ve Deniz Ticaret Odalarının ilk oluşumlarında yaşanmış olan güçlükler mutlaka burada da yaşanıyor. Bununla birlikte, Hizmet İhracatçıları Birliği, Türkiye İhracatçılar Meclisi ile birlikte var olan, katkı sağlayan ve büyük ancak farkına varılmayan önemli bir alana ve boşluğa dikkatlerimizi çekiyor: Hizmet ihracatı…

Hizmet ihracatı denildiğinde mal ihracatı yanında ikinci bir alanı düşünmek gerekiyor ve Türkiye bu alanda tahmin edildiğinden daha iyi bir seviyede. Her biri ayrı önem taşıyor olmakla birlikte, genelde ülkeye ciddi bir gelirin kazandırılarak getirilmesi kadar sektörel bazda düşünüldüğünde bir kısmının hiç de yabana atılmayacak stratejik değerde olması dikkat çekiyor.

Bu sektörler şunlar: Yolcu taşımacılığı, liman işletmeciliği ve yer hizmetleri, müteahhitlik ve teknik müşavirlik hizmetleri, yük taşımacılığı ve lojistik hizmetleri, turizm ve seyahat ile ilgili hizmetler, yazılım ve bilişim hizmetleri, sağlık hizmetleri, eğlence ve kültür hizmetleri, eğitim hizmetleri ve diğer iş hizmetleri kapsamında ise perakende, gastronomi ve danışmanlık hizmetleri yer alıyor.

Türkiye’nin dış ticaret açığının kapanması için gerek mal gerekse hizmet ihracatında belirli adımların atılmasını gerekli kılıyor. Dış piyasa ile rekabet edebilecek kalitede ürünlerin ortaya çıkması ve bunların markalaşması için gerekli profesyonel yardımın sağlanması belki de en önemli adımlar olacak.

Daha önce birçok yazıda Uzakdoğu ve özellikle Çin’in devleşen markalarının dünya pazarında nasıl yer edindiğini ifade etmeye çalışmıştım. Birçok Çinli firma, devlet desteği ve teşviklerinden yararlandıktan sonra kamu-özel ortaklığı ile o işletmenin markaya dönüşmesine kadar yalnızca geliri değil, sorumluluğu da sonuna kadar paylaşıyorlar. Katı Çin hukuku suistimale asla izin vermiyor. Hepsinden önemlisi, markalaşma potansiyeli taşıyan firmalar öncelikle iç pazarda desteklenerek büyümeleri sağlanıyor ve dışarıya daha güvenceli açılıyorlar.

Huawei’nin dünya piyasasına hızla girişinde Bosna’daydım. Birkaç yıl içerisinde firmanın Çin devlet desteği ile Çin’e milyarlarca dolar para kazandıracak bir deve dönüştüğünü oradayken gözlemledim. Birçok Uzakdoğu firması örneğinde, yalnızca özel sektörün başarısını değil, özel sektörün hızlı karar alabilen, manevra kabiliyeti yüksek, esnek yapısının başarısı yanında, sonuna kadar takip edilmek ve sorumluluğun paylaşılması kaydıyla yurtdışı rekabet için devlet desteği gerekli oluyor. Ancak takip edilmeyen veya edilemeyen devlet destek ve teşviklerine ise hiç gerek olmadığını düşünüyorum.

Bu hafta içi davetli olarak katıldığım diğer bir program da İstanbul Sanayi Odası’nın bir ödül töreniydi. Program, Türkiye’nin üretim kalemleri arasında önemli bir maliyeti oluşturan enerji konusunda çözüm arayışı içeren önemli bir başlığı taşıyordu: Enerji verimliliği ödül töreni. Bakan seviyesinde katılımın olduğu bu programda ödüller dağıtıldı ve birincilik ödülünü kazanan işletmenin ürettiği modelin bütünüyle yerli yazılım ve araçlar üzerine kurulduğunu ifade etmesi ayrıca heyecan ve ümit verici oldu.

İstanbul Ticaret Odası’nın ise ticaret alanında neler yaptığını ve hangi başarılara imza attığını birkaç köşe yazısı ile ifade etmek mümkün değil Ancak İstanbul Ticaret Odası Başkanı Sayın Şekip Avdagiç’in de ifade ettiği gibi, İTO, 2020 yılını “Yatırımda Seferberlik” yılı olarak ilan ederken başkanın konuşmasında “akıl”, “teknoloji”, “alın teri” ile birlikte “kalite” ve “yatırım” ifadeleri yan yana ve en isabetli şekliyle vurgulanıyor. İTO’nun 2020 ajandasında da her zaman olduğundan daha fazla yatırım ve ihracat başlıkları yer alıyor. İTO’nun 14 farklı ülkede 36 fuara katılımıyla  “gıdadan dizi ve film içeriğine”, “tekstilden sanayiye, “teknolojiden emlak ve gayrimenkule kadar” farklı sektörleri uluslararası fuarlara taşıması bahsettiğimiz tanıtım ve markalaşmanın ön gerekliliklerinden.

Özetle geçen haftadan şunu anlıyorum: Özel sektör kendi saikleri çerçevesinde gelişimini bütün sıkıntılarına rağmen başarıyla sürdürüyor. Kamuya düşen ise, bu gelişmeye ayak uydurmak, gelişimin önünü açmak ve yardımcı olmak. Herkesin bulunduğu noktada ülkenin geleceğini de dikkate alarak görevini hakkıyla yapmaya çalışması ve sorumlu adımlarla ülkenin kalkınmasına destek olma niyetini bırakmaması halinde daha güçlü ve saygın bir ülke olacağımıza dair hiçbir kuşku görünmüyor.