Bu defa “savaşta kazanıp, masada kaybetmedik”. Aksine, masayı namluyla kazandık. Tıpkı cennetin kılıçların gölgesi altında olduğu gibi, diplomatik başarı da namlular gösterilmeden kazanılmıyor.

Şu tarihi bir gerçek olarak karşımızda duruyor: Eğer, Türkiye “tarihi misyonu” ve “askeri gücüyle” sahada daha önce olabilseydi bir milyon insan ölmezdi.

Suriye’de rejimin katliamını, çatışmaların “etnik ve mezhebi bir savaşa” doğru evrilmesini engelleyebilecek tek güç Türkiye’ydi. İran’ın müdahalesi “Şii-Sünni savaşının”, ABD’nin PKK’yı lejyoner olarak kullanması ise “etnik temelli savaşın” kapısını aralarken; Türkiye bin yıllık birikimi ve bölücülüğe geçit vermeyen duruşuyla tüm bölge halkları için bir umut vaat edebilirdi.

Fakat, sahada olamadık. Bunun pek çok sebebi varmış. Şimdi daha iyi anlıyoruz. Biz TSK’nın içinde sadece “darbeci çeteler” var sanıyorduk. Meğer ordumuzun bedeni “ruhunu ABD’ye satmış FETÖ’cü hainlerle” paramparça ediliyormuş.

Kendisi hasta iken kardeşlerine nasıl şifa olabilirdi ki? Oysa mikroplar vücuttan “cesaret ve Allah’a teslimiyet” ilacıyla sökülüp atılınca Türk Ordusu’nun önünde kimse duramadı.

KİM KAYBETTİ?

Bu ihanet çemberine ilk darbeyi indirdiğimiz günden bu yana TSK, üç yılda üç büyük operasyonla “iki terör örgütünü” bozguna; Bu örgütlerin patronu olan küresel güçleri ve dünyayı parmağında oynattığı vehmiyle kandırıldığımız Siyonist sermayeyi ise hüsrana uğrattı.

Sadece onları mı? PKK şantajını fırsata çevirip Esad rejimini masaya çağıran CHP’nin yaklaşımı da çöktü.

Hükümet’in ambargo tehdidi ve baskıyla sıkıştığını düşünüp elini ovuşturan; risk almadan “çirkin bir mektup üzerinden” ahkâm kesen “stratejik çukurlar” da çöktü.

Kantonlarla, hendeklerle “ABD’nin gölgesinde devlet hayali kuranların” kirli siyasetleri, üstelik “o necis varlıklarıyla” birlikte çöktü.

NE BAŞARDIK?

1-Etnik ve mezhebi siyasetin toplumları yıktığını, komşusunun hakkını da en az kendi hakkı kadar müdafaa eden bir anlayışın ise dirilttiğini; Devletimizin bin yıldır ayakta kalabilmesinin sırrının tüm insanlara ayırım yapmadan merhametle yaklaşmak olduğunu dünyaya gösterdik. Rasul Ayn ve Tel Abyad’daki evlerine sevinç gözyaşları ve şükür secdeleriyle dönenler bunun şahididir.

2- Sömürgecilerin ve katil bir rejimin saldırısı altında yok olmak üzere olan Suriye halkının şanlı devrimini yeniden “hem sahada hem de masada” onur ve güç sahibi kıldık. Yüz binlerce şehid vermiş bir davaya her türlü yalan, iftira ve tehdide rağmen sahip çıkmak ne şanlı bir duruştur.

Başardığımız bu iki şey inanın terörün belini kırmaktan, ABD gibi büyük bir küresel gücü dize getirmekten çok daha önemlidir.

“Zaferler ve antlaşmalar” tarihte birkaç satırla yazılabilir. Oysaki, belleklere kazınan bu miras destanlaşarak dilden dile anlatılacak.