Sevgi açlığı insanın iç düzenini altüst eder. Eğer ruh sevginin hâkimiyetine girmediyse, kendine ve yaşama dair yanlışlar biriktirir.  Sevgisizlik savurgan bir iletişim dünyasına sürükler insanı. Hep bir başka yüze yelken açmanın; sevmeyi mi aramak, arsızlığı mı ödüllendirmek ya da anda çarpışma ile vakit vakit geçirmek mi? İnsan sevgiyi düşündüğü kadar, sevgisizliği de düşünmeli.

Beklentisiz, koşulsuz, sorgusuz sevip, orayı yurt edinebiliyorsak içimizdeki kemal sevgidir. Aileye de bu derin sevgi nefesi ile seslenmeliyiz. Çünkü aile, sevgideki ateş ile ısındığı müddetçe diri kalır.

Sevmiyorsanız aile kurmayın. Zamana davet ettiğiniz insan, içinizden bir parça olmaya adaydır. Evleniyorum işte değil, ailem oluyor dediğinde insan huzurlu olur. Ve aile değerleri ile yetişmeyenler, önce aile kavramının gizi ile tanışmalı. Öylesine bir aile demek, kaybolacak bir gençlik demektir…

Aile içindeki sağlıksız iletişim, gençlere evliliği sorgulatıyor. Çoğu evlenmeden bir arkadaş ile yaşama taraflısı.  Kendilerine böylelikle sorunsuz, problemsiz alan açacakları sanan gençlik, batının istediği kıvama geldi. Batıdaki aile sizliğe adapte olmak, sokakları sorunlu çocuk ve gençlikle doldurmak demektir.

Saygının ve sevginin ete, kemiğe büründüğü bir aile kavramı yok artık.  Unutmayalım Önemini yitiren aile, bir arada olsa da dağılmış bir ailedir. Özgürlüğün ön plana çıkışı, tahammül sınırlarını yeniden yapılandırmakta. Evin içindeki içsel birlik ve beraberlik ortadan kalkınca, aile içindeki herkes birbirini yük olarak görmeye başlar. Evler yalnızlığın perdesi. Ne korkunç ifade bu böyle. Ev dediğimizde babanın sıcak, güvenli bakışı, annenin gözleri, çocukların gülüşleri geliyordu akla eskiden.

Şimdi evlerin içinde de ev var.  Herkesin dünyası cep telefonu ve bilgisayar. Kuru bir sevginin selamı süslüyor odaları…

‘’ Artık çamaşırlar yıkansa da hep kirlidir./ Herkes salonda toplansa da kimse evde değildir.’’ Diyor ya Sezai Karakoç, evde olmayanların aile toparlaması bittiğinde, içimizdeki  gerçek sevgiye geri  döndüğümüzde eminim  aile de eski değerine kavuşacaktır.

Ev, anne emeği, özeni olmaktan çıktı. Yeni modern yüzün anneliği, kariyer odaklı. Çocuk ve anne uzaktan sevmeye razı olmak zorunda. Anne çalışıp, para kazanacağı için, pek vakit yok çocuğunu masal adlı dünyada büyütmeye. Bir varmış, bir yok-muşla başlayıp, kötülüğü iyilik yendi diye uzun uzun anlatamıyor bugünün anneleri. Çocuk başkalarının öğretilerinde tanıyor iyiliğin kahramanlarını.

‘’ve o kadınlar nereye gittiler/ anne olan sevgili olan kadınlar /çocukların üzerine titreyen / kirpiklerinde hep aynı sevgi ve merhamet ışığı / o kadınlar gökyüzüne mi çekildiler.’’ Diyen Sezai Karakoç gibi bizde kendimize soralım mı?

Anne olan kadınlar nereye gittiler. Ya da annelik nerede diye?

Bu cevabı bulduğumuzda ‘’ aile elden gidiyor, aile yıkılıyor çığlığı’’ dinecek!

Hem evleri boşaltıyoruz hem de aile yapımız bozuldu diye feryat ediyoruz.

Kadın güçlenmeli, kadın özgürlüğünü ilan etmeli, ezilen kadın toplumda söz sahibi olmalı diye medya dahil tüm kurumlar, kadın için çalışmadı mı? Kadın ve anne diyerek bir denge kursaydık, hırs bu denli büyümeyecekti.

Kadın çalışmasa erkek, hayat müşterek diyor. Kadın çalışıyor, çocuk anneden uzakta kalıyor. Gelinen nokta şu; evler yorgunluğun, yorgunluğu. Aza kanaat yok çünkü makam ve para hırsı var. Bir de filanca yerde tatil yaptım diye atılan havalar. Fotoğrafların arka yüzüne, gizlenmiş mutsuz yüzler var.

Bir yanımız maddi kazancı olmadığı için kadını güçsüz görüp, şiddete tabi tuttu. Diğer yanımız bugünün anneleri değişti. Aile çöküyor kurtarmalıyız diye didinmeye başladı.

İran filmi  ‘ Turuncu Günler’  ikinci evliliğini yapan bir kadının hayat mücadelesini konu ediyor. Filmi izleten ve akıcı kılan da ara sahnelerin vurgusu. Ağlayan çocuk sesi,  gündoğarken portakal toplayan mevsimlik kadın işçiler ve yoksulluk. Tüm engellemelere rağmen işini zamanında teslim eden kadının başarısı da final.

Kadınları  bu denli başarıya tutkulu kılan hikâyenin geçmişi de sorgulanmalı.   Problemi okumadan çözmeye odaklanmışız. Aile sorunu için konferanslar verilmekte, çözüm için projeler oluşturulmakta.  Aileye dair kitaplar yazılmakta ve tv de tartışmalar yapılmakta. Peki, her gün biraz daha aile bağları neden kopmakta?

Kadını modern sistemde moda piyasasında av ve cinsel obje olarak görmeyi bırakıp, kadın annedir dediğimizde gelecek nesillere sağlıklı bir aileyi miras bırakmış oluruz.

Aynı tekrardan gideceğim ‘kadın ve anne’ diye yeni bir parantez açmadığımız müddetçe aile sorunu devam edecektir.

Kadını en iyi ailesi korur. Anne evinde, çocuklarını büyütürken duyduğu huzuru hiçbir yerde bulamaz.

İnsani duygular kaybı demek, emek ve aşk ile inşa edilmiş ailenin ortadan kalkması demektir.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Şems –i Tebrizi ‘’ Sen ol da, ister yar ol, ister yara /  lütfunda başım üstüne, kahrında. Kalbinize emanetsiniz…