Bir horoz varmış. Her sabah ezan okuyormuş. Sahibi bir gün demiş ki;

-Bir daha ezan okuma! Yoksa tüylerini yolarım. Bu tehdit karşısında horoz korkmuş ve kendi kendine demiş ki: “Zaruretler mahzurlu durumları mübah kılar. Canımı kurtarmak için ezan okumaktan vazgeçmeliyim. Nasıl olsa benden başka horozlar var. Her halükarda onlar ezan okur.”

Ve horoz ezan okumayı bırakır…

Bir hafta sonra sahibi tekrar gelir ve horoza der ki;

-Eğer tavuklar gibi gıdaklamazsan senin tüylerini yolarım…

Horoz bu tehdit üzerine horozluktan da vazgeçer ve tavuklar gibi gıdaklamaya başlar…

Horoz tam bir ay gıdakladıktan sonra sahibi tekrar gelir ve bu kez şöyle der:

-Şimdi de tavuklar gibi yumurtlamazsan eğer yarın seni keserim!!! Bunun üzerine horoz ağlamaya başlar ve der ki:

-Keşke ezan okumaktan vazgeçmeseydim. Keşke o zaman direnseydim ve gerekirse ölseydim!

Bize düşen, bize yol göstermeye yeni görevler biçmeye yeltenenlere inat asli vazifemizi her şartta yerine getirmektir. Ancak bu şekilde hayalini kurduğumuz hedeflerimize ulaşabiliriz.

Dünyevi çıkarları uğruna mukaddes maarif davasında rüzgâra göre eğilip bükülen bir muallime,

İnsana adaması gereken ruhunu, parayı bastıranın emrine veren doktora,

Bir kg daha fazla mahsul almak için hileye başvuran çiftçiye,

Ders saatini doldurmak için sınıflarda gözü saate takılı kalan akademisyene,

İş aldığı efendilerine karşı eğilerek işini eksik yapan mühendise,

Bu milletin makamlarına oturup ihanet senaryoları yazan senaristlere,

Mesaisine geç başlayıp milletin vaktini çalan, bugün git yarın gel deyip devletine milleti düşman eden memura…

Hiç mi hiç ihtiyacımız yoktur. Bunlar içimizdeki horozlardır! Vakti geldiğinde ötmeyi yani asli vazifeleri olan bu millet için çalışmayı bırakırlar. Taviz tavizi getirir ilkesi gereği, zaten aksatarak yaptıkları işlerini bir gün menfaatleri uğruna büsbütün bırakırlar.

Sonra ne mi olur?

Asli vazifelerini terk eden bu horozlar başka gayelerin kuklaları haline gelir. Efendilerinin korkusundan olsa gerek sebep oldukları zarar ziyanın da farkında olmazlar. Hatta hiç utanmadan bir bana mı kaldı canım, hep ben mi kurtaracağım memleketi, biraz da başkası kurtarsın, diyerek körelmiş vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar. Ancak vicdanın kabul ettiği her şeyi Yaradan’ın kabul etmeyeceğini ise bilmezden gelirler.

O karanlık eller aldıkları ile yetinmeyip boğazlarına sarıldıklarında ise gerçek bir doktor, gerçek bir öğretmen ve gerçek bir akademisyen, memur, mühendis, aydın olmak isterler ancak iş işten çoktan geçmiştir.

Üstadın ifadesi ile mukaddes emaneti ne yaptınız diye sorulacağı günü hasretle bekleyen bir millet olmak istiyorsak, içimizdeki bu tür horozlardan bir an önce kurtulmalıyız. Hesap gününde ben vazifemi yaptım diyebilmeyi Mevla cümlemize nasip eylesin… ( Amin…)