Kaybettiğimiz çok fazla şey olduğunu düşünenlerdenim ben. Ama bunun yanında enseyi asla karartmıyorum. Zira kaybedilen şeyin bulunabileceğini biliyorum. Asıl korktuğum kaybolmak.

Değişen onca şeyin içinde bizim yani insanın değişmemesi muhal, imkânsız. Lakin bu değişimin bize ne getirdiğine bakmak lazım. Ya da daha doğru söyleyecek olursam; bizden ne götürdüğünü anlamak lazım. Yani en basit haliyle insan ufacık bir hesap dahi yaparken ne kazanacağına ve ne kaybedeceğine bakar. Zarar edeceği bir şeyse yapmaz vazgeçer ya işte onun gibi. Bütün bu değişim bize kâr mı yoksa zarar mı veriyor düşünmek gerek.

Benim gördüğüm ya da anladığım şu ki bütün bu değişim bize maddi anlamda –sadece paradan bahsetmiyorum, teknik, teknoloji vesair şeyler de var- çok fazla güzel şey kattı. Kattı da ne aldı? Benim bu soruya cevabım şöyle; biraz ruh, biraz öz ve çokça maneviyat.

Şimdi bu ikisini bir teraziye koysam ve bakabilsem bence zarardayız ve hem de büyük zarardayız. Zira bizler maneviyatıyla yaşayan ve ne kazandıysa onun sayesinde kazanan insanlar olarak yaşadık hep. Asırları böyle şekillendirdik. Şu anda iftihar ederek bahsettiğimiz o maziyi kuran asıl dinamik bu maneviyattı. Ardında diğerleri geldi.

Bir şiir hatırlıyorum;

Eyvah bu bâziçede bizler yine yandık

Zira ki ziyan ortada bilmem ne kazandık

Şunları yazmıştım daha önce;

Unutmak bazen güzeldir belki ama unutulanların da -unutulmuş olsa bile- kazandırdıkları yok mu insana? Tamam, bazı şeyleri unutalım lakin unutulmaması gerekenler de az değil bence. Şimdi ise çoğu unutulup azı hatırlanır durumda eskilerin. Ama ben yine de her hatıranın unutulmaya başlandığı vakit daha şiddetli hatırlanacağına inanıyorum dalgaların ne kadar geri çekilirse o kadar hızla geri geleceği gibi. Maziyi en unuttuğumuz anda onun hep bizi seyrettiği bir seyyareden yıldırım gibi tekrar bu topraklara düşeceğine inanıyorum. Geçmişini unutan insan hafızasını kaybetmiş gibi… Zamanımızda öyle çok var ki bu insanlardan.

Geçmişini anına feda edenler, kurban edenler bilmem hangi gafletin çocukları. Ben hep onları elindeki altınları verip de parlak camları, plastik incileri alan o kızıl deriliye benzetmişimdir. O kadar masum ama o kadar gafil… İkincisi doğru lakin birincisi tartışılır. Eski ve yeni… Neden birini reddetmek zorundayız. Hani şu malum hikâye geliyor aklıma; deve cevap veriyor ya “Hiç düzü yok mu bunun?” diye. Yok, mu gerçekten?

Özetle şarkıda dendiği gibi “uzaklarda aramaya” gerek yok çünkü çaresi içimizde.