En kritik anlarımızda, acıya tutunmamız gerekirken her birimiz muhalif bir köşe olmayı tercih ediyoruz.

Ne tuhaftır ki manavından doktoruna, işçisinden bürokratına, şoföründen profesörüne, yapımcısından senaristine kadar herkes gazeteci, siyasetçi, analizci ve ülke yorumcusu…

Ortadan, sondan konuşma marifet sanılıyor, yerli yersiz fikirler havada uçuşuyor. Çoğu konuşmak için konuşmakta. Sığlaşıyoruz dahası körleşiyoruz da… Ben merkezlik, katı bir kalbi sahiplendirilir. İnsani duyguları yaşamamak için, acıyı bastıranlar saçma tepkilerle kirletirler içlerini. ‘ Ben’ vurgusu, enaniyet safı, insanlık duygusunun ölümü için ayağa kalkar. Yani kaybedilen saygı için. ,

 Richard Sennett ‘Saygı, Eşit Olmayan Bir Dünyada’ adlı kitabında, Schubert’in en ünlü bestelerinden Der Erlkönig icrasındaki uyuma dikkat çekerek, dengenin ve fedakârlığının kök uçlarıyla saygıyı tanımlıyor. Sennett, müziğin oluşumunda bireysellik ile beraber, denge varlığını irdeleyerek saygıyı öne çıkarıyor. Fedakârlık ile diğerine alan açılınca, spesifik bir eser imzası oluşuyor. Birbirlerinin özgürlüğünü tanıyanlar, saygıyı hak edenlerdir…

Açılan her pencerede ülkelerin kendi kültürlerini teşhir ettiği bir yüzyıl bu. Dijital çağ, milletlerin yeniden inşası. Her karede tarihin yüz çizgilerini, hatta mimiklerini görmeye odaklanmış insanlar var karşımızda. Oldukça da meraklılar. Dünyaya adını duyurmuş, “Gamına gamlanıp olma mahzun/Demine demlenip olma mağrur/Ne dem baki, ne gam baki.’’ diyen Yavuz Sultan Selim’in torunlarından, tarihi okuma yapmak isteyen Batıya, geçmişi zaferlerle dolu olan bu milletin kültürünü, bugün en iyi şekilde takdim etmek boynumuzun borcu. Her birimizde Yavuz ruhu olduğunu görmekle kalmayıp, hissetmeliler…

Google traduction,( çeviri) eksik ve yarım bir sunum yapsa da, genel manaya hâkim olan bir dil şansını veriyor. Biraz da olsa dünya ülkelerini takip edebiliyor, sıcak gelişmelere kadar haberdar olabiliyoruz. Tabii ki onlar da bizi, Türkiye’yi takip etmekte. Yani kültürel alışverişin hız kazandığı çağdayız… Acımızı ve sevincimiz seyredilmekte!

Bu milletin acısını hafife alma lüksü yoktur.

“Ah o Yemen’dir gülü çemendir/Giden gelmiyor acep nedendir/Burası Muş’tur,yolu yokuştur/Giden gelmiyor acep ne iştir.” Şehit çocuklarımıza yakılan türküler, ninni oldu bebeklerimize.

Bu topraklara, gencecik çocukların kanı aktı. Ondan göğsümüzdeki acıyı hiçbir kuvvet dindiremez. Biz hüznümüzden tanırız birbirimizi, acımızı en iyi göz bebeklerimizin içi anlatır. Kalbimiz de yastır. Bizi diri tutan, birbirine bağlayan, kuvvetlendiren budur işte. Acı!

“Çanakkale içinde aynalı çarşı / Ana ben gidiyorum düşmana karşı /Off gençliğim eyvah.’’

Evet, Çanakkale Türküsü’yle gözlerimiz kızıla boyanır zaman zaman. Bu millet dertli millettir, birbirini rencide etmeye de hakkı yoktur. Bunlar demagojik atölyesi değil, bizzat bu milletin gerçeğidir! Acımıza, neşemize fikri yapımız ne olursa olsun saygı duyarak, erdemli ahlak duruşu ile yarınların sesi olmalıyız.

 Tüm dünyada ve ülkemizde Kovid-19 her gün can almakta. Sevdiklerimizi, dostlarımızı, yakınlarımızı toprağa veriyoruz. Kimisi hastanelerde tedavide, kimisi evlerde. Sağlık kuruluşlarında çalışanlar, yaklaşık bir yıldır canla başla çalışıyor. Birbirimize destek olmak, moral vermek insan olarak bugünlerde en biricik görevimiz olmalı. Sağlık, iş piyasası, dijitalleşme derken çok zor zamanlardan geçiyoruz. Bunların üstüne bir de deprem felaketleri ile karşı karşıya kaldık. Bir yandan cansız bedenler, diğer yandan betonların arasından kurtarılan bebekler.

Acı üzerine acının eklendiği bugünlerde, vatanın bir köşesine yakıştırma yapmak, bir sevinçte verilen tepkiyi siyasi kimlikle yorumlamak hiç adil değil. Bu saygısızlık zaman israfıdır!

İçimizi yakan İzmir depreminde, Twitter atışmaları acıya da, saygı kalmadığını gösterdi. Bitik duyguların haşin tepkilerinde boğulduk adeta.

Bu ülkenin parmakları olan şehirlere, sloganları bağlayamaz kimse. İzmir şöyle, Hatay böyle, Rize de budur demek, parmağı koparmaya teşebbüs demektir. Bu ülkenin tırnağı için, canını hiçe sayan ataların torunları ağzından çıkan her cümleye dikkat etmeli.

Bir Müslümanın sevinci karşısında getirdiği tekbiri; hedef göstererek linç etmek, milli manevi bütünlüğe saygısızlıktır.

Unutmayalım Twitter da bu acı yumağında, başlatılan linçler, bizi takip eden ülkelere, bizi anlatmakta…

“Hüzün ki bir ümmettir/Her şarkı yüksek sesle söylenmez.’’ diyor ya şair Hüseyin Atlansoy, burada durmalıyız işte. Hassas yanımıza koşmalıyız. Aslımıza. Gereksiz tavırlar, aslı inkâr ettirir. Bu da bu millete yakışmaz!

Fikirler ayrı olabilir, ama acımız ortak. Yaşadığımız yer ortak. O halde içimizdeki özgürlüğü, birbirimize hak tanıyarak dengeleyeceğiz. Yani her şeyi saygıya böleceğiz, bölmeliyiz de! Bu kapı da doğal olarak sevgiye açılır. Milli, manevi bütünlüğü, kirli yapıya alet etmeden muhafaza etmenin yolu, sevgi ve saygıdan geçer.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Erdem Bayazıt: “Dünyanın en uzun hüznü yağıyor /Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne/Kar yağıyor ve sen gidiyorsun/ Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun/Belki bulmaya gidiyorsun kaybettiğini/O insan ve tabiat çağını.”

Kalbinize emanetsiniz…