Ülkemizdeki “kadın cinayetlerinin”, erkek mağduriyetlerinin, “neslimizi tehdit eden eşcinselliğin”, ensest pisliğinin ve hatta pedofilinin; hülasa tüm kötülüklerin kaynağı olan İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya doyamadık.

Bu toz bulutunda ne evladını adeta bir mal gibi “icra memuru” aracılığıyla görebilen babalar derdini tam anlatabildi; ne de kar beyaz ümitlerle çıktığı yolda eşinin sadizme varan şiddetine maruz kalan kadınlar.

Camianın KADEM gibi bir günah keçisi de bulunduğuna göre, sırtımızda taşıdığımız ne kadar yük varsa boşaltabilirdik üstlerine. Öyle de yaptık. Kimi sırtlanlar, Cumhurbaşkanının kızının da bu dernekte görevli olmasını fırsat bilip, meydanda açıkça söyleyemediklerini “hazır dayak atılacak bir mekan” da bulmuşken boca ettiler üzerlerine.

SADECE EŞCİNSELLİK Mİ TEHDİT EDİYOR NESLİMİZİ?

Dindar Hıristiyanların, Ortodoks Yahudilerin, Avrupa’nın en koyu Katolik ülkesi Polonya’nın eşcinselliğe karşı duruşlarını gösterip, Türkiye’ye vurduk. Hükümetin İslami kimliğinden utanç duymasını salık verdik sosyal medyada. Hatta Yusuf Kaplan, memleketin geleceğinden duyduğu korkunç endişeyi dile getirirken, İstanbul Sözleşmesi’nin vehametinin ayırdına varamayanların “epistomolojik ve ontolojik” cehalet içinde yüzdüğünü söylemeyi ihmal etmedi.

Şüphesiz neslimizi tehdit eden “cinsel yönelim” ifadesinin istikbalde açacağı zararları konuşmak elzemdir. Ya “hali hazırda” yaşadığımız felaketleri ne zaman konuşacağız?

Ak Parti iktidarının getirdiği ekonomik refah sayesinde ikinci, üçüncü ve belki de dördüncü “gizli nikahlarını” yapan “çok dindar” ağabeylerimizin toplumda açtığı yaraları konuşabilecek miyiz? Herkesten ve hatta en çok kendi ailesinden, çocuklarından gizlediği evlilikler ortaya çıkınca, hanımının öfkesine uğrayan erkekler, neden polis marifetiyle kapı dışarı edildiğini gerçekten izah edebilecekler mi topluma? Yoksa yine 6284’ten mağdur edildiklerini mi söyleyecekler?

Koluna takıp gezdiremediğin, sorulduğunda “bu benim eşim” diyemediğin kişiyle aslında nikahlı olamayacağını kim cesaret edip söyleyecek bu çok dindar erkeğe? Telefonla dahi nikah kıyabilen hoca efendiler mi?

SEKÜLER ÇİRKİNLİK İLE DİNİ SAPMA BİRBİRİYLE YARIŞIYOR

Nikahsız birlikteliklerini, erkek erkeğe, kadın kadına yaşadıkları çirkinlikleri bir sözleşmenin ardına saklanıp savunan, bunu yaparken de dindarlara sopa gösteren sekülerlerin bu toplumda açtığı yarayı ne ile kapatacağız?

Binlerce çocuk, babaları evliliklerini gizlediği için gerçek kardeşlerini dahi tanımadan büyüyor bu toplumda. Daha da vahimi Suriye ve Irak’ta yaşanıyor. Gerçek adları ve uyrukları bilinmeyen “Ebu bilmemne”lerle evlenen on binlerce kadın, bu erkekler öldüğünde ya da kendilerini terk edip gittiklerinde “nesebini bilmedikleri”çocuklarıyla baş başa kalıyorlar. O çocukların ne amcası, ne dedesi ne de babaannesi olacak hayatlarında. Gerçekte kimin çocukları olduklarını dahi bilmeden, Ortadoğu’nun en muhafazakar toplumlarında daima aşağılanarak yaşıyorlar.

Kız çocukları 12’sine varmadan yine 50’sinde erkeklere nikahlanacaklar. Biz ise sekülerlerin yaşamlarındaki benzer çirkinliklerini örnek gösterip, itirazları “dini muhafaza” görüntüsünde savunacağız. 15 asırlık fıkıh külliyatından çürük deliller getirecek, Irak’ın işgalinde en küçük dahli olmayan Ezidi kızların esir pazarında mal gibi satılmasına göz yumacağız.

İSTİKBALİN DEĞİL, BUGÜNÜN SORUNLARI

Siz hiç, kocasını İslami (!) gerekçelerle terk edip, dört yavrusuyla birlikte internette tanıştığı 18 yaşındaki adama kaçan kadına ne cevap verileceğini düşündünüz mü? Ya evlatlarıyla birlikte eşini de dünyanın bir başka ülkesinde aramak zorunda kalan gözü yaşlı babayı hangi dini fetvayla teskin edeceğiz?

Kendi ilkel kafasının ürettiklerini “adamlık” diye pazarlayıp, sabah akşam eşini döven, sakat bırakan erkeklerden, kadınları nasıl koruyacağız? Ya sosyal medyanın ve kanunların gücüne güvenip, kocasını sevgilisiyle aldatan, sonra da eşini evden kovdurup üzerine nafaka alan kadınların şerrinden? Bunlar istikbalde karşılaşacağımız sorunlarımız değil. Bugün, can yakıcı bir şekilde “şimdi” yaşadıklarımız.

Yaşadığımız üstelik bazıları “dinin ardına gizlenen” bu çirkefliklere ontolojik ve epistomolojik bir cevabı olan var mı?

Söyleyin şimdi, derdimizi kime yanalım?

Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam.

Cevher-i lamekân benim, kevn u mekana sığmazam.