New York’ta yaşayan Hasidik Yahudilerden bir kız… Parçası olduğu topluluğun baskıcı karakterinden, akıl dışı zorbalıklarından kurtulmak isteyip Berlin’e kaçıyor. Sonrası, içinde pek çok politik mesaj barındıran yabancı ve cazibeli bir hayatın hikâyesi…

Daha doğrusu bâtıl yobazlıklarla bâtıl akılcılıkların kapıştığı tipik bir propaganda numunesi…

Geçenlerde bitirdiğim bir diziden söz ediyorum.

Ama onun hakkında konuşmayacağım.

Diziyle alakalı internette dolaşan videoların arasında, genç bir kız kardeşimizin nemli gözleriyle attığı cılız çığlıklara denk geldim. Dizideki olay örgüsüyle aşağı yukarı aynı şeyleri yaşadığını söylüyordu kardeşimiz. Kendi hayat hikâyesini anlatıyordu…

İzlediklerimin müthiş bir ibret vesikası olduğunu düşündüm.

Aile zoruyla kapanmış. Akranları doktor-öğretmen-mühendis-ressam-piyanistfilan olmak isterken, onun en büyük hayali ileride başı açık-özgür bir kadın olmakmış. Çok zor dönemlerden geçmiş. Sonra “radikal’’ bir karar olarak başını açıp kabuklarını kırmış. Cennet-cehennem bahsi, gayrimüslimlerin ahiretteki durumu vs. mantıksız gelmiş kardeşimize. Velhasıl o da, dizideki ana karakter gibi, kendisine özgürlük vaat eden seküler albenilere zevkle kapılmış…

Genç kardeşimizi izlerken aklıma gelen şey şuydu:

İlk başta, dini ve dünyayı çok yanlış tanımış, kendi aklına tapınan şımarık bir ergeni dinliyormuş gibiydim. Sonrasında merhamet duygusu ağır bastı. Zira nefsin tacizlerine açık ham ve toy bir zihni, böylesi hafakanlara, böyle büyük dönüşümlere iten esas saik; o zihnin yoğrulduğu hayat zemini aslında. Çocuk sahibi olmak maharet değil. Kendini yetiştirememiş ebeveynlerin, çocuklarını yetiştirmeye yönelik kilitlendikleri ön kabuller; bilhassa “muhafazakâr’’ kesimde acınası neticeler doğuruyor.

Belli ki hanım kardeşimiz tahrife uğramamış temel din bilgilerinden yoksun. Hasidik Yahudilerin komik ritüellerini, saçma sapan yobazlıklarını; kusursuz İslâm diniyle benzetecek kadar hakikatten habersiz. “Kültür Müslümanlığı’’nın hüküm sürdüğü, inceliksiz, kaba bir hayat biçiminin kodesinde büyümüş sanki. İçgüdülerini, arzularını, hedeflerini duyuramadığı, kendini anlatamadığı ve yeterince anlaşılamadığı bir ortamda savrulup durmuş…

Kardeşimizin kalbine inememişler yani.

O da kalbini bambaşka bir dünyaya kaptırmış.

Belki de başörtüsünü dikte etmekten önce, aldatıcı zevklere açılan heves kapılarını örtmeyi öğretmek gerekiyor gençlere. İslâm’ın kadınlara ve kadınlığa verdiği yüksek kıymeti hissettirmek gerekiyor. Doğruyu yanlışla dayatmamak, en güzeli en kuşatıcı üslupla anlatmak lazım geliyor…

“Kaybettiğimiz 6 milyon için doğuruyoruz!” diyen Yahudi yobazlardan farkımız olmalı. İşlevsiz yığınlar yerine, milyonluk kalabalıklara bedel nitelikli fertler yetiştirmeliyiz.

Fakat tüm bunlar için de sağlam bir entelektüel donanıma ihtiyaç oluyor…

Eksiğimiz burada.

Aklı donatmadan dindar nesiller yetişmiyor!

Kendimizi besleyemiyoruz. Beslemekle yükümlü olduklarımızı da doyuramıyoruz. Gönül açlığını ruhu kanser edici fikir abur cuburlarıyla gideren kayıp kuşaklar saçıyoruz ortalığa. Eriyoruz. Tükeniyoruz. Öğrenmeden öğretmeye çabalıyoruz. Vesveselerimizi hassasiyet, cehaletimizi sadakat zannediyoruz. Çocuklarımızı yaşayacakları zamana göre terbiye edeceğimize; kendi zamanımızı, yanlışlarıyla beraber çocuklarımızda yaşatmaya çalışıyoruz.

Peki sonra ne oluyor?

Karaoke barlarında umuma şarkı söyleyerek kişiliğini, kadınlığını bulduğunu zanneden öz kızlarımız; YouTube’da öz anasına sallayarak insanlara hayat dersi veriyor…

Biz de onları eleştiriyoruz.