Helâk olup gittiler niceleri. Şeytan da bilirdi! Aman ya Rabbi!

Bel’am b. Bâûrâ da vardı değil mi? Hz. Musa’ya karşı. Kur’ân-ı Kerîm’de ismi zikredilmeksizin şöyle haber verilir;

“Onlara şu adamın kıssasını anlat: Ona âyetlerimiz hakkında bilgiler verdik ve o -bunlara önce uyduğu halde- daha sonra bunlardan tamamen sıyrılıp uzaklaştı; şeytan onu peşine taktı ve bu suretle azgınlardan biri haline geldi. Biz dileseydik o kişiyi âyetlerimizle yüceltirdik; fakat o dünyaya sımsıkı sarıldı, ihtiraslarına uydu. -Allah’ın âyetleriyle bilgilendirdiği, fakat tabiatının kötülüğü yüzünden bu bilgileri daima dünya menfaatlerine âlet eden- bu adamın durumu, kovsan da kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp durmadan soluyan köpeğin durumuna benzer. İşte âyetlerimizi yalanlayanların hali budur. Bu kıssayı anlat, belki düşünür, öğüt alırlar,” (el-A‘râf 7/175-176) ifadeleriyle kendisinden söz edilen kişi, müfessirlerin çoğunluğuna göre Bel‘am b. Bâûrâ’dır.   (Ömer Faruk Harman, TDV İslâm Ans. İlgili madde)

O, mu’cizdir:

 “Yoksa onu Peygamber uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer öyle diyorsanız ve gerçekseniz Allah’tan başka gücünüz yettiği kim varsa yardıma çağırın da, hep beraber onun bir suresine benzer bir sure meydana getirin.” (10 Yunus 38.)

O halde daima duamız:

“Rabbimiz! Bize hidayet verdikten sonra kalplerimizi saptırma; katından bize bir rahmet ihsan et! Şüphesiz ki Sen, çok çok bağışlayansın.” (3 Al-i İmran 8)

KUR’AN NEDİR?

“Kitabı sana indiren O’dur. O’nun bazı ayetleri muhkem yani manası apaçık ayetlerdir ki, bunlar kitabın  esası ve anasıdır. Diğerleri benzeşen yani müteşabihtirler. Kalpleri gerçeklerden sapmaya meyilli olanlar, sırf kafaları karıştıracak şeyler bulmak için ve ona keyfî anlamlar yüklemek amacıyla kitabın müteşabih denilen kısmına uyarlar. Oysa Allah’tan başka kimse onun kesin yorumunu bilemez. Bu yüzden, bilgide derinleşenler şöyle derler: “Biz ona inanırız, onun tamamı Rabbimizdendir. Derin kavrayış sahipleri dışında kimse bundan ders almasa da.” (3 Al-i İmran 7.)

İşte mükemmel bir mana ve eşsiz bir uyarı. Aman Allah’ım! Böylesine hain ve sapkınlara verilen en güzel cevap ve bizlere en iyi müjde: “Biz ona inanırız, onun tamamı Rabbimizdendir. Derin kavrayış sahipleri dışında, kimse bundan ders almasa da.”

Dağda bir çoban olsa ve elinde de Kur’an olup okusa, anlamını bilmese de ne güzel Allah’ım! İşte kurtuluş! Bilen kimmiş belli olacak ahirette! O, bilirim havasıyla böbürlenip sapkınlığa düşen ve birilerine yaranmak için “Kur’an’ın bazı ayetleri Allah’tan gelmemiştir”  diyenler, ölüm gelince günlerini görecekler.

O, RASULULULAH’A VAHYEDİLMİŞTİR

“Kur’an, Allah tarafından Rasûlullah’a (sav) Cebrâil (as) vasıtasıyla ve Arapça olarak vahyedilen, bize kadar kuşaktan kuşağa, hiçbir şüphe götürmeksizin aktarılan (mütevatir), mushaflarda yazılı olan, okunması ile ibadet yapılan, Fâtiha Sûresi’yle başlayıp Nâs sûresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldığı (mu’ciz), veciz ve evrensel, son ilâhî kelâmdır.” (Bkz. Zerkânî, M. Abdülazim, Menâhilü’l-İrfân fî Ulûmi’l-Kur’an, Mektebe-i Tevfîkiyye, Kahire, tsz, 1/34-35; Öge, Ali – Dereli, M. Vehbi, Kur’an Bilgisi, Kitap Dünyası, İstanbul, 2016, s. 25.)

Allah (cc) Kur’an’ı şöyle tarif buyurur:

“Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hidayet rehberidir.” (2 Bakara 2.)

Kur’an-ı Kerim, Allah’ın insanlığa bir lûtuf olarak gönderdiği ilâhî mesajların sonuncusudur. Onun insanlığa ulaşması yine bir insan olan Peygamberimiz (sav) aracılığıyla olmuştur.

Şurası bir gerçektir ki, bir toplumu yeniden inşâ etmek sadece teorik bir eğitimle mümkün olmaz. İstenilen değişikliği elde etmek için, fertlerin uygulamalı bir eğitimden geçmeleri gerekir.

İnsanların önündeki rehber bir uygulayıcı, amaçlanan değişikliği kazandırmada büyük etkendir. Bu husus özellikle din eğitim ve öğretiminde daha çok gereklidir.

İnsanların dîni anlama ve yaşama biçimlerinde değişime uğramaları, kolay bir hâdise değildir. Çünkü din, insanın en değerli varlığı olup, onun hayatı algılama biçiminde doğrudan etkili bir olgudur.

İnsanın yaratıcısı olan Allah (cc) onu en iyi tanıyan olduğundan yalnızca kutsal kitaplar göndermekle kalmamış, ayrıca onları uygulamaya geçirecek peygamberler de göndermiştir. Bu sebeple Allah (cc) yeryüzüne peygambersiz bir vahiy bütünü göndermiş değildir.

Hâlbuki kendisine yeni bir kutsal kitap indirilmeyen pek çok peygamber gelmiştir. Dolayısıyla peygamber göndermek Allah’ın insanlara büyük bir lûtfudur.

SÜNNET, KUR’AN’IN UYGULAMASIDIR

Sünnet, sözlükte; takip edilen yol, adet, gidiş ve çığır anlamınadır.

Terim olarak sünnet; Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimize ait söz, fiil ve takrirlerdir. Yani O’nun hayatında izledikleri, yol, hareket tarzları ve yaşayış halleridir.

Hadis olarak tarif edilen sözlerine Kavlî Sünnet,

Davranışlarına ve hareket tarzlarına Fiilî Sünnet,

Kendi huzurlarında başkaları tarafından söylenen sözleri duyduğu veya yapılan işleri gördüğü, ya da bunlardan haber aldığı halde ses çıkarmayarak tasvip buyurmalarına da Takrîrî Sünnet denir. (Başaran, Selman–Sönmez, M. Ali, Hadis Usûlü ve Tarihi, Uludağ Üniversitesi Basımevi, Bursa, 1993, s. 3 vd.)

Sünnet’in önemini bir hadis-i şerif şöyle belirtir:

“-Kim benim Sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” (Buhari, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5.)

Bu hadis-i şerife göre, Peygamberimiz (s.a.v.)’in Sünnet’ine rağbet etmeyip onlara hor bakanlara, hakikaten önemli bir tehdit vardır.

Peygamberler masumdurlar ve Cenab-ı Hakk’ın gözetimi altındadırlar. Onlar vahiyle desteklenirler. Vahiy ise, gizli konuşmak, emretmek, ilham etmek gibi anlamlara gelir. Dini anlamda; Cenab-ı Hakk’ın kullarına bildirmek istediği hükümleri çeşitli yollarla Peygamberine haber vermesidir. Buna bir ayet-i kerimede şöyle işaret buyurulur:

“-Allah bir insanla (karşılıklı) konuşmaz. Ancak vahiyle (ilham ederek) yahud perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderip, izniyle dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki O, çok yücedir, mutlak hüküm sahibidir.” (42 Şûra Sûresi 51.)

Görülüyor ki vahyin birkaç şekli serdediliyor. Ayrıca vahiy iki kısma ayrılır:

Vahy-i Metlûv: Okunan vahiy anlamına gelir. Yani Cebrail (a.s.) Kur’an-ı Kerim’i, Rabbinden aldığı şekliyle Efendimize okumuştur.

Vahy-i Gayri Metlûv: Okunmayan vahiydir. İşte bu da Hz. Peygamberin hadislerini ifade eder. Kudsî Hadisler de buna girer.

Yani O’nun sözleri de asla boş ve gözetimsiz değildir. Cenab-ı Hakk’ın vahiy çeşitlerinden biriyle O’nu desteklediği muhakkaktır.

Zira daha önce de geçen ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktaydı:

“-O, kendiliğinden konuşmaz, O’nun konuşması ancak bildirilen vahiyledir.” (53 Necm Sûresi 3,4.) 

KUR’AN VE SÜNNETE UYMAK

Allah’a itaatten maksat, O’nun gönderdiği Kitab’a yani Kelâmullah olan Kur’an’a, ondaki emir ve yasaklara itaattir.

Allah’ın Rasûlü’ne itaat ise sağlığında bizzat kendisine, O’nun emir, yasak ve talimatlarına; âhirete irtihâlinden sonra ise Sünnet’ine tâbî olmak anlamındadır.

Bugün için Rasûlullah’a (sav) itaat etmek, O’na tâbî olmak, anlaşmazlıkları kendisine götürmek ve kendisini örnek edinmek, bütün bunlar ancak O’nun Sünneti’ne başvurmakla mümkündür. Değilse bütün bu âyetler işlevsiz kalmış olur.  (Şimşek, M. Said, Günümüz Tefsir Problemleri, İstanbul, 1997, s. 429-430.)

Yine O’nun hükümlerine boyun eğmek, sağlığında kendisinin çeşitli konularda verdiği hüküm ve kararlara itaat etmek; vefatından sonra da benzer konular karşısında Rasûlullah’ın (sav) ortaya koyduğu çözümleri esas almak anlamına gelir. Yani Sünnet’e uymak, bugün için ancak bize Sünnet’i aktaran birer araç olan hadislere tâbî olmakla mümkündür. (Bkz. Sibâî, Mustafa, es-Sünne ve Mekânetüha fi’t-Teşrîi’l-İslâmî, Beyrut, 1405/1985, s. 55 vd.)

Bu manayı dile getiren bir ayet şöyledir:

“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (Âl-i İmran Sûresi 31.)

Görüldüğü üzere Allah’ın sevgisine mazhar olmak da Peygamberimize uymakla mümkün olmaktadır. Bu da Sünnetin önemini açıkça ortaya koymaya yetmektedir.

Bu yönüyle Sünnet, yukarıda ifade edildiği üzere Kur’an’ın hayata geçirilişidir.

Bu konuda Peygamberimizin şu uyarıları ne kadar da dikkat çekicidir ve adeta onların yüzüne büyük bir şamar olarak vurulmaktadır:

“-Haberiniz olsun, rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir hadisim ulaştığı zaman kişinin:

“-Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı vardır. Onda nelere helâl denmişse, onları helâl biliriz. Nelere deharam denmişse, onları haram sayarız,” diyeceği zaman yakındır. Bilin ki; Allah’ın Rasûlü’nün haram kıldıkları da, tıpkı Allah’ın haram ettikleri gibidir.” (Tirmizî, İlim, 10.)

Bu hususta Allah Rasülü’nün şu uyarıları aynı zamanda bir vasiyettir:

“-Size iki şey bırakıyorum: Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız. Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünneti.” (Malik, Mâlik, Muvatta’, Kader, 3.)