Uzun yıllardır İstanbul’a yağmayan kar nihayet teşrif etti de tarihi şehir beyaz bir örtüye büründü. Muhteşem siluet başka bir görünümle karşımıza çıktı. Zaten beyaz perde inmeden önce de virüs nedeniyle sahne epeyce boşalmıştı.

İstanbul binlerce tarihi eserleriyle adeta bir açık hava sanat galerisi gibidir.  Binlerce yıl bu şehirde işler sanatla yapılmış, arkadan gelen nesiller yeni güzellikler katarak bu galerinin zenginleşmesine katkıda bulunmuşlardır.

İstanbul’un hemen hemen her yerinde tarihin derin izlerine şahit olmak mümkünse de en yoğun bölge sur içi dediğimiz, tarihi yarımadadır. Roma İmparatorluğu’nun, Osmanlı Devleti’nin payitaht merkezi burasıdır. Saraylar, kiliseler, camiler, sarnıçlar, çarşılar gibi hayatın merkezinde duran işler burada yüksek sanatla yapılmış ve binlerce yıl nesilden nesile aktarılmıştır. Bu tarihi yapılar sanatçılara, düşünürlere, yazarlara ilham kaynağı olmuştur.

Bu bölge İstanbul’un kültürel yüzüdür. Surları dış halka olarak alırsak Topkapı Sarayı’na doğru halka halka, dalga dalga mimarî yoğunluk artar. Ve bu anıtlar üzerine yazılan, sahnelenen, çizilen, çekilen eser sayısı da artar. Bizans döneminde de Osmanlı döneminde de Topkapı Sarayı’ndan Edirnekapı’ya uzanan güzergâh kültür ve sanatın adeta resmî geçidine şahitlik eder.

İstanbul Ticaret Odası daha önce tarihin ilk alışveriş merkezi olan Kapalıçarşı’nın kitabını yaparak tarihin kendisine verdiği sorumluğu yerine getirmişti. Bu defa ‘İstanbul’un Kültürel Yüzü’ adlı kitapla Cağaloğlu, Sultanahmet, Beyazıt bölgelerindeki kültür sanat mekânlarını ve tarihi şahsiyetlerini bir eser ile tekrar sahneye çıkarmak istedi.

Editörlüğünü Cevat Özkaya’nın üstlendiği kitapta 37 yazar farklı zaviyelerden kültür sanat tarihine yolculuk yaptılar. Kültür dünyasının yakından tanıdığı kıymetli kalemlerin gözünden kültür dünyamıza pencereler açtılar. Sirkeci’den Beyazıt’a uzanan güzergâhta kimler gelmiş, kimler geçmiş, bu yokuşu kimler tırmanmış diye okuduğunuzda etrafınıza bundan sonra daha dikkatle bakacağınıza eminim. Keşke onlardan bir iz olsa diye aklınızdan, gönlünüzden geçireceksiniz. Çok haklısınız. Cevat Özkaya da burada yaşayanlardan, kurumlardan bir iz kalmamasına hayıflanıyor. Binlerce yazarın yetiştiği yerlerde şimdi yeller esiyor. Kurumlar yok olmuş, yerine gelenlerde ise bir kitabeyle bile olsa onları anacak vefa yok.

İstanbul’un Kültürel Yüzü kitabında ilk defa okuyacağınız çok sayıda anekdotla karşılaşacaksınız. Ancak ben bu kitabın ortaya çıkış hikâyesinin de Cağaloğlu yokuşunda yazılmaya başlandığını belirtmek istiyorum.

Bir yaz akşamı Rast Otel’in Ayasofya ve Sultanahmet’e bakan teras lokantasında Türkiye Basım Yayın Meslek Birliği ve Basın Yayın Birliği Derneği’nin istişare kurulu olarak toplanmıştık. Toplantı bitiminde Cevat Özkaya, Mehmet Develioğlu ile Sultanahmet’ten Sirkeci’ye yürürken İstanbul Ticaret Odası olarak İstanbul’a dair kitaplar yayınlamak istediğimizi ifade etmiştim. Cevat Bey bu konuda bir projeleri olduğunu söylemişti. Gelen teklifler arasında en dikkat çekeni de bu oldu doğrusu. Uzun soluklu bir çalışmadan sonra İstanbul’un Kültürel Yüzü ortaya çıktı. Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.