İslâm dinini iman, ibadet ve amel boyutu ile üç kategori altında tasnif ettiğimiz zaman amel çerçevesine ehemmiyetle değinmemiz gerekir. İnsanların arasındaki ilişkilerin genel çerçevesini çizen kaideler bütünü olarak da adlandırabileceğimiz amel boyutunda İslam dünyası özünden uzaklaşmıştır.

Özellikle iktisadi çerçevede kapitalist ve Marksist iktisat gibi iki yaklaşımı tatbik etmek durumunda kalan İslam ülkeleri bu noktada kayda değer bir başarı elde edememişlerdir. Bu durumun sebebini zaten sizlere önceki yazılarımda aktarmıştım. Nitekim her iki anlayış da batı toplumunun zihni ve sosyal düşünce sistematiği üzerine inşa edildiği için yaşanan doku uyuşmazlığı İslâm ülkelerinin iktisadi yapısı üzerinde tezahür etmiştir. Elbette ki İslâm ülkelerinin kendi düşünce yapılarının ve sosyal gerçekliklerinin üzerine ithal ettiği bu iktisadi yapıyı kurabilmesi mümkün değildir.

İslâm ülkelerinin iktisadi yapıda karşılaştıkları bu uyumsuzluk diğer yandan toplumsal refahın tabana yayılamamasına da mahal vererek gelir dağılımında adaletsizliğin önlenemediği bir sosyo-iktisadi portre haline dönmüştür. Zaten zararın bu kısmı İslâm ülkelerine yazıldığı gibi batı dünyasının hanesine de yazılmaktadır.

Nitekim Marksist iktisadın pratikten silinmesinin ardından sahnede tek başına rol almaya başlayan ve sosyal kapitalizm dönüşümü ile ayakta kalmaya çalışan kapitalist iktisat her ne kadar batı toplumunun bir ürünü olsa da gelir dağılımında adalet ve böylece elde edilen refahın toplumun geneline yayılması noktasında çok uzağa düşmektedir.

O halde İslâm’ın sosyo-iktisadi dengesi yok mudur?

Esasında İslâm iktisadı, ahlaki değerlerin çevrelediği bir sosyal piyasa ekonomisini yansıtır. Yani sosyal piyasa ekonomisinde aranan çözüm İslâm iktisadında zaten mevcuttur. Bu bakımdan İslâm iktisadı, itidal, adalet, hürriyet ve istikrar tuvali üzerine sosyal piyasa ekonomisi portresinin işlendiği hakiki bir sistematiktir.

Hemen bu aşamada beni yanlışlayabilir ve “Madem batının düşünce sistematiği üzerine kurduğu kapitalist ve Marksist iktisat bu özelliğinden dolayı evrensellikten uzaklaşarak İslâm ülkeleri ile kuramsal ve icrai zeminde doku uyuşmazlığı yaşıyor, o zaman İslâm İktisadının da evrenselliğine dair soru işaretleri olamaz mı?” şeklinde bir soruyu bana yöneltebilirsiniz.

Ancak unutmayın, İslâm insanlığın tümü için gelmiştir. Bundan dolayı da herhangi bir öznel kümelenmeye mâl edilemez, evrenseldir. Böylece İslam iktisadı da, günümüzde dünya genelinde Marksist iktisadi sistemin pratik zeminden silinmesinin ve etkisini yitirmesinin ardından başat aktör konumuna erişen, insan yaşamına dair Kaliforniya sendromu (tüketim-eğlence-tüketim döngüsü) üzerinden bir tablo resmeden kapitalist anlayışa karşı evrensel sahada icra imkânı bulabilen ciddi ve hakiki bir alternatif olarak karşımızda durmaktadır.

Biz seni başka değil, ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak bütün insanlara gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmek istemiyorlar (Sebe’, 34/28).