Bi’ çay koy usta, demli olsun!

Birikiyor yolcular hep aynı sabah vapurunda…

Bulutlar martıların nazıyla oynuyor.

Üst güvertenin sancak tarafında çay söylüyor genç kadın, durup dururken kirpikleri ıslanıyor.

Diğer yolcuları görmek, duymak istemiyor gibi kendi hâlinde seyahat ediyor.

Derin derin bakıyor, parmaklarında çevirdiği bir çay kaşığında ‘duygusal zenginlik’ buluyor. Yolcuların neşesine dayanamıyor ve alt kata iniyor, elinde çayı ile…

*

–           Anne çay, diyor küçük kız, metal tepside “Sıcak çaaaay” diye bağırarak yanlarından geçen garsonu göstererek.

Adam, kızın annesini ikna edeceğinden emin; daha “Ver” demeden bir bardağın tabağına iki şeker koyuyor. Ve anne, bu emrivakiye uyarak çayı alıyor.

–           Oo, çok sıcak, biraz bekle, diyerek kızını sabır sınavına sokuyor.

*

–           Oğlum, diyor esmer bir adam kolunu kaldırarak; çay ver.

Delikanlı hızlı bir reveransla dönüyor, bir süre sesin geldiği yönü arıyor, kolu görünce o tarafa hızlanıyor.

Esmer, kemikli, bıyıklı, orta yaş üstü adam, çay satıcısını şöyle sevindiriyor:

–           Benim çayım bittikçe sen getir.

–           Peki amca.

Amca kıtlama ile çayını içmeye koyuluyor iştahla.

*

Çay… İnsanoğlunun binlerce asırlık yoldaşı…

Sıcak su ile demleninceye kadar rengi bilinmeyen çay, ‘hüzün’ çökmeden gerçeği anlaşılmayan insanlara benziyor.

Zamanı geciken çayın deminin acılaşması gibi, acılar da insanları zamanla hassaslaştırıyor.

Poyrazın sertliğine nispetle balıkçı barınaklarının tüten bacası görünüyor uzaktan; dalgalar güverteye vuruyor, iskeleler köpüklü sularla doluyor.

Adalar’ın şehir hatları vapurunun bir saat on beş dakikalık yolculuğu bir uzuyor, bir kısalıyor.

“Çay olsun, demli olmasa da olur; sen ol, çay olmasa da olur” diye yazan kalem, gelmeyen sevgiliyi, bu soğuk havalarda buhar buhar, sıcak sıcak vapur içinde dolaşan ‘can suyu’ üzerinden anlatıyordu.

*

Ne güzel söylemişler:

“Geleydin bir çay içimi; sen çay dökerdin, ben de içimi…”

Bir çay içecek kimsesi bile olmayanlara selâm olsun.