Şimdiki Avrupa Birliğinin fikir babalarından biri olan Alman asıllı diplomat Metternich(1773-1859) Osmanlı’nın reform çabalarına dair fikirlerini dönemin hükümdarına yazılı olarak göndermişti. 1840 tarihli bu tavsiye mektubu 1839 yılında Gülhane’de okunan Tanzimat Fermanı’na dair eleştiriler içeriyordu. Metternich mektubunda şunları yazmış: “Batılı kurumlar, toplumunuzun temelini meydana getiren ilkelerden farklı ilkelere dayanmaktadır. Batı kanunlarının temeli Hıristiyanlıktır. Siz Müslümansınız, Türk’sünüz; böyle kalınız. Zira Avrupa’nın şartları başkadır, Türkiye’nin başka... Avrupa’nın temel kanunları Doğu’nun örf ve âdetlerine taban tabana zıttır. İthal malı ıslahattan kaçının. Bu gibi ıslahat Müslüman memleketleri ancak felakete sürükler. Onlardan hayır gelmez sizlere.”

Uluslararası kamuoyunda " İstanbul Sözleşmesi" olarak bilinen "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"ni Metternich’in kaçınmamızı tavsiye ettiği reform uygulamasına örnek gösterebiliriz. 8 Mart 2012'de yayımlanan İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos 2014'te yürürlüğe girdi. Sözleşmenin amacı kadını ve aileyi korumak olarak lanse edilse de içerdiği maddeler dikkate alındığında daha çok Avrupa toplum yapısının mevcut krizinin tamiri çabası göze çarpıyor. Nitekim Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre Finlandiya’da her yıl 50 bin, Danimarka’da 24 bin kadın tecavüz ve cinsel şiddete maruz kalıyor. Bunun yanı sıra Avrupa’da aile kurumu nikâhsız, gayrı meşru ilişkilere dayalı yapısıyla öne çıkıyor. Avrupa’da her iki çocuktan biri nikâhsız birlikteliklerden dünyaya geliyor. Yani Avrupa Birliği bu sözleşme ile kendi gerçekliğini çerçeve içerisine alarak kabulleniyor ve yasallaştırıyor. Sözleşmedeki tanımlardan özellikle ikisi çok önemli; “toplumsal cinsiyet” ve “kadın” tanımı. Bu sözleşmeye göre kadın/erkek tanımlaması doğuştan gelen fıtri cinsiyete göre değil, kişinin kendisini topluma lanse ettiği kimliğe göre belirleniyor. LGBT olarak adlandırılan cinsiyet değiştirmiş veya cinsel tercihleri farklı olan fertler ibraz ettikleri bu tercihe göre tanımlanıyor. Lezbiyen, eşcinsel, gay, transseksüel fertlerin hakları güvence altına alınarak evlenmelerinin hatta çocuk sahiplenmelerinin önü açılıyor. Her ikisi de doğuştan erkek veya kadın olan hemcinslerin evlenebildiği bu yeni birlikteliklere dilediği takdirde sahipsiz çocuklara talip olarak onları büyütme hakkı veriliyor. Daha da vahimi bu sözleşmenin “kadın” tanımıyla 18 yaş altındaki kız çocukları da “kadın” olarak kabul ediliyor. Özellikle Hollanda ve Almanya gibi ülkelerde yaygın olan “sübyancılık” bu sözleşme ile yasal bir çerçeveye kavuşmuş oluyor.

Bu sözleşmeye dayalı olarak hazırlanan 6284 sayılı kanun 30 Eylül 2014’te yürürlüğe girdi. Bu kanunda yer alan "Kadının beyanı esastır" ilkesi adalet ilkesine tamamen zıt bir uygulama içeriyor. Şiddet görme ihtimalini hissettiren her şey fiziksel şiddet ile eşdeğer tutuluyor. Bu da şiddet görülmediği halde şiddet uygulandığı söylenerek yetkililerle irtibata geçip baba, eş, ağabeyi polis eşliğinde evinden aldırtabiliyor. Nitekim amacı “aileyi ve kadını korumak” olan bu kanunun çıktığı günden bu yana aile içi şiddet oranlarında büyük artış gözleniyor. Boşanmış İnsanlar ve Aile Platformu (BİA Platformu) ve bu alanda faaliyet gösteren diğer sivil toplum örgütlerince yapılan çalışmalarda, boşanma sayılarının hızla arttığına dikkat çekiliyor ve bunda “İstanbul Sözleşmesi"nin büyük payı olduğuna vurgu yapılıyor. 2020 OECD verilerine göre şiddet gören kadın oranında %41 ile Türkiye ilk sıraya yerleşmiştir. Yani bu sözleşme kadın cinayetlerini durdurmak bir yana daha da artmasına sebep olmuştur. İstanbul Sözleşmesi “kadını korumak” adı altında eşcinselliği teşvik ettiği gibi LGBT sapkınlığına da yasal kalkan sağlıyor. Boğaziçi Üniversitesinde eylemleri organize eden LGBT dernekleri işte bu sözleşmenin meyvelerindendir. 6284 Sayılı Kanun’un 2. maddesi kanunun uygulanmasında İstanbul Sözleşmesi’nin esas alındığını açıkça belirtiyor. Bu sözleşme kadınlarımızı öldürdüğü gibi aile değerlerimizi kökünden sarsarak nesillerimizi de yok ediyor. Bu sebeplerle devletimizin acilen 6284 Sayılı Kanun’da değişikliğe gitmesi ve bu sözleşmeden çıkması milletimizin bekası açısından önem arz ediyor. Çünkü bu millet Avrupa değerlerinden çok farklı bir kültür ve irfan havzasından beslenmektedir. Bizi kendilerine benzetmeye çalışan AB’nin hedefi toplumumuzu içeriden çökertmektir. Yarın geç olmadan önlem alınmalıdır.